Yenilenen Seçimler ve Sağ Dayatmacılık
Başlığı görenler kendisini rijit ve sekter bir siyasi etkileşime terk etmiş birine ait bir izlenim edinebilir bana dair. Aslında beni tanıyan dostlarımın çoğunluğu diyalog, gözlem ve meraka dayalı olarak kendimi yakın hissettiğim siyasal grupların dışında çokça bulduğumu bilir. Gel gör ki aklıma estikçe yazmak için açtığım bu blog sayfası ülkenin gündemine yenik düştü :)
Yaşadığımız anomalinin boyutunu anlatmak aslında ayrı bir yazının konusu. Ancak meseleye şöyle bir açıklama getirebiliriz: İstanbul seçimlerinin tekrarı ülke tarihinde gördüğümüz en büyük yasallaştırılmış zorbalıklardan bir tanesine denk gelmekte. Varlık vergisi veya 1946 seçimleri gibi örnekler mevcut iken bu olayın ağırlığı nedir diye düşünmemiz gerekebilir. Elbette bir noktayı atlamadan: Türkiye bahsi geçen ve benzerleri çoğaltılabilecek olayların yaşandığı dönemleri çoktan geçti. Kısacası artık ne dünya ya ne de ülkemiz bahsi geçen dönemlere ait alışkanlıkları takip ediyor. 2019 yılında 2019 yılının maddi koşullarını inkar eden durumlara düştük. Belki de şöyle dememiz gerekiyor son yerel seçimler aslında 2019 yılına ait olmadığımızı hatırlattı bize.
İstanbul'da seçim tekrarı ile yaşatılanların neye tekabül ettiğini belki "tadımız bozulmasın" diye tanımlamaktan imtina etmeye yatkın olabiliriz. O zaman şu soruyu soruyorum kendime: Tecrübe ettiklerimizi yaşatanlar yöntemlerinden vazgeçiyor mu? Veya İstanbul seçimleri özelinde uyguladıkları yasal zorbalıkların ardıllarını görmüyor muyuz?
Ezcümle Türk Sağı kendi kişisel tarihinde yeni bir sayfa açtı. Her sıkıştığında argumansızlığını telafi etmek üzere başvurduğu ve pek ilginç bir icat olan 'Kemalist Resmi Tarih Mitolojisi' örneklerini aratmayacak işlere imza attı.
Bu seçim sürecine baktığımızda Öcalan'ın mektubu veya YSK'nın gerekçesi ile pek geniş bir yelpaze ile başbaşa kaldık. Benzeri olaylar sonucunda MHP veya AKP tabanı fark etmez sağ seçmen bu seçimlerde zihinlerinde oluşturulan 'mistik bahane üretme mekanizmalarından' azade oldular bir ölçüde. İslamcılar açısından yıllardır anlatısı devam ettirilen ceberrut CHP'liler yine İslamcıların elleriyle büyük bir haksızlığa maruz bırakıldılar. Ülkücüler içinse daha büyük bir hayal kırıklığı yaşanmış olabilir. Ülkücü cenah uzun zamandır, Bahçeli öncesini de kapsamak üzere, devletin asıl sahibi olma sanrısıyla pek çok hikaye,efsane ve dizilere yansıdığı şekilde vatan için 'delikanlıca' sır ve giz dolu acılar çeken bir hareket olarak tanımladı kendini. Bu anlatıya dayanarak MHP tabanı MHP'nin çok ciddi savrulmaları, hataları ve yanlışlarını rasyonelleştirme çabasına girdi. Gelinen noktada aslında liderleri ve partilerinin, yüce makamların gizli koridorlarında alınan kararlar doğrultusunda hareket etmediğini, Devlet Bey'in 'bir bildiğinin' olmadığını idrak edecekleri bir duruma geldiler.
Böylesine sağ politik dünya üzerine merkezli bir siyasal hayatın ürettiği algılar da belirli bir kapsam içerisinde oluyor tabi. Türkiye'de merkez ve sosyalist sol düşün hayatı yine zaman zaman kendi önermelerini bu kapsama sığdırmaya çalışıyor. Son örnek olarak son seçimlerde Kürt seçmenin CHP'ye olan ilgisi üzerine konuşulanlara baktığımız zaman yine sağcılığın kapsamının dışına çıkamadığımızı görüyoruz. Tembel ve dışlayan ezberelere dayalı bir başka anlatı üzerinden sanki Türkiye'de Kürtler ve merkez-sol/Kemalist-Atatürkçü siyaset ilk kez temasa geçiyormuş gibi bir hava yaratıldı.
Bugün etrafımda pek çok insan sağ-sol terminolojisinin tükendiğine ve irite edici bir ruh hali yarattığına dair telkinlerde bulunuyor. Gerçekliği olsa bile bunu kabul ederek hareket etmenin Türkiye'ye uzun zaman ve efor kaybettiren hataların-günahların tespitini yapmamızı engelleyeceğini düşünüyorum. Bu sebeple sağ dayatmacılık olarak tariflediğim bu siyasal davranış çerçevesinin tekelinin yıkılması gerektiğine inanıyorum. Sağcılık kendi hesaplaşmasını nasıl gerçekleştirecek bilemiyorum ancak Türkiye'de siyasal yaşamın içindeki diğer aktörler artık çok daha fazla sorumluluk alacakları bir döneme girdi.
Yaşadığımız anomalinin boyutunu anlatmak aslında ayrı bir yazının konusu. Ancak meseleye şöyle bir açıklama getirebiliriz: İstanbul seçimlerinin tekrarı ülke tarihinde gördüğümüz en büyük yasallaştırılmış zorbalıklardan bir tanesine denk gelmekte. Varlık vergisi veya 1946 seçimleri gibi örnekler mevcut iken bu olayın ağırlığı nedir diye düşünmemiz gerekebilir. Elbette bir noktayı atlamadan: Türkiye bahsi geçen ve benzerleri çoğaltılabilecek olayların yaşandığı dönemleri çoktan geçti. Kısacası artık ne dünya ya ne de ülkemiz bahsi geçen dönemlere ait alışkanlıkları takip ediyor. 2019 yılında 2019 yılının maddi koşullarını inkar eden durumlara düştük. Belki de şöyle dememiz gerekiyor son yerel seçimler aslında 2019 yılına ait olmadığımızı hatırlattı bize.
İstanbul'da seçim tekrarı ile yaşatılanların neye tekabül ettiğini belki "tadımız bozulmasın" diye tanımlamaktan imtina etmeye yatkın olabiliriz. O zaman şu soruyu soruyorum kendime: Tecrübe ettiklerimizi yaşatanlar yöntemlerinden vazgeçiyor mu? Veya İstanbul seçimleri özelinde uyguladıkları yasal zorbalıkların ardıllarını görmüyor muyuz?
Ezcümle Türk Sağı kendi kişisel tarihinde yeni bir sayfa açtı. Her sıkıştığında argumansızlığını telafi etmek üzere başvurduğu ve pek ilginç bir icat olan 'Kemalist Resmi Tarih Mitolojisi' örneklerini aratmayacak işlere imza attı.
Bu seçim sürecine baktığımızda Öcalan'ın mektubu veya YSK'nın gerekçesi ile pek geniş bir yelpaze ile başbaşa kaldık. Benzeri olaylar sonucunda MHP veya AKP tabanı fark etmez sağ seçmen bu seçimlerde zihinlerinde oluşturulan 'mistik bahane üretme mekanizmalarından' azade oldular bir ölçüde. İslamcılar açısından yıllardır anlatısı devam ettirilen ceberrut CHP'liler yine İslamcıların elleriyle büyük bir haksızlığa maruz bırakıldılar. Ülkücüler içinse daha büyük bir hayal kırıklığı yaşanmış olabilir. Ülkücü cenah uzun zamandır, Bahçeli öncesini de kapsamak üzere, devletin asıl sahibi olma sanrısıyla pek çok hikaye,efsane ve dizilere yansıdığı şekilde vatan için 'delikanlıca' sır ve giz dolu acılar çeken bir hareket olarak tanımladı kendini. Bu anlatıya dayanarak MHP tabanı MHP'nin çok ciddi savrulmaları, hataları ve yanlışlarını rasyonelleştirme çabasına girdi. Gelinen noktada aslında liderleri ve partilerinin, yüce makamların gizli koridorlarında alınan kararlar doğrultusunda hareket etmediğini, Devlet Bey'in 'bir bildiğinin' olmadığını idrak edecekleri bir duruma geldiler.
Böylesine sağ politik dünya üzerine merkezli bir siyasal hayatın ürettiği algılar da belirli bir kapsam içerisinde oluyor tabi. Türkiye'de merkez ve sosyalist sol düşün hayatı yine zaman zaman kendi önermelerini bu kapsama sığdırmaya çalışıyor. Son örnek olarak son seçimlerde Kürt seçmenin CHP'ye olan ilgisi üzerine konuşulanlara baktığımız zaman yine sağcılığın kapsamının dışına çıkamadığımızı görüyoruz. Tembel ve dışlayan ezberelere dayalı bir başka anlatı üzerinden sanki Türkiye'de Kürtler ve merkez-sol/Kemalist-Atatürkçü siyaset ilk kez temasa geçiyormuş gibi bir hava yaratıldı.
Bugün etrafımda pek çok insan sağ-sol terminolojisinin tükendiğine ve irite edici bir ruh hali yarattığına dair telkinlerde bulunuyor. Gerçekliği olsa bile bunu kabul ederek hareket etmenin Türkiye'ye uzun zaman ve efor kaybettiren hataların-günahların tespitini yapmamızı engelleyeceğini düşünüyorum. Bu sebeple sağ dayatmacılık olarak tariflediğim bu siyasal davranış çerçevesinin tekelinin yıkılması gerektiğine inanıyorum. Sağcılık kendi hesaplaşmasını nasıl gerçekleştirecek bilemiyorum ancak Türkiye'de siyasal yaşamın içindeki diğer aktörler artık çok daha fazla sorumluluk alacakları bir döneme girdi.
Yorumlar
Yorum Gönder