Kent: Daha doğrusu yaşadığımız yerler ve alabildiğince çeşitlenmiş bağlamları
Yeniden blog sayfama hoşgeldiniz :P Youtuber'ların yarattığı etkiyi görünce böyle bayat bir giriş yaptım ben de. (Influencerlar meselesi üzerine ayrıca yazmak-konuşmak isterim) Blog sayfamı açtığımdan beri etrafımda bir hareketlenme olduğunu ve pek çok insanın farklı önerilerle geldiğini daha önce Twitter'da falan yazmıştım. Blogda arkadaşlarımın konuk olarak yazmak istediklerini veya farklı formatlar denemek istediklerini belirtmiştim.
Performans dünyasında yaşıyoruz. Ya hemen harekete geçmemiz gerekiyor ya da bir fikir sahip olduğu konumu hızlıca kaybediyor. Değeri ve ağırlığını başka bir konsepte bırakıyor. O yüzden hızlıca hareket edelim istedim. Yeni bir fikirle işe başladık. Bazı arkadaşlarımla blog üzerinden sohbet ederek fikirsel etkileşimimizi derinleştirmek istiyoruz.
Bu konsepti yıllar önce Nüve'de Eren, Erdi ve ben denemiştik. Yeniden hayata geçirmek istedim.
Bu yeni yönteme Onur Alp, Yusuf Can ve Nurettin ile karşılıklı atışarak başlayacağız :) Atışmak aslında biraz matrak bir tanımlama oldu. Whatsapp gruplarında konuştuklarımız uçup gideceğine daha çok bir araya geleceğimiz ve herkesi içine çekebileceğimiz "memleket tartışmaları" yapalım istedik.
İlk denememiz kent üzerinden gerçekleşecek. Meseleye şöyle giriş yapıyorum: Yerel seçimleri konuşmaktan bıktık mı bıkmadık mı emin değilim ancak elimizde adeta bir veri haline gelmiş yaygın bir görüş - şehir efsanesi var: Herkes yurt dışına gidiyor.
Burada başlangıç noktasından tırtıklayacağım konu şu: Batıyı bu kadar çekici kılan şeylerin başında kentteki yaşam şekli geliyor sanırım. Yani aslında zihinlerimizde oluşturduğumuz kurtarılmış bölge olan Batı ülkelerine dair aklımıza ilk gelen şey huzurlu - düzenli - öngörülebilir bir şehirde telaşsız bir yaşamın yeni gününe uyanmak olabilir mi?
Buradan hareketle aslında Türkiye'de ruhumuzu asıl daraltan şeyin kentlerimiz, kentlerimizin içine saçılmış gündelik yaşamlarımız veya gündelik dertlerimizin üstüne yük olan siyasal yaşamın yarattığı stresi hiç hafifletmeyen kentlere sahip olmamız olabilir mi?
Nurettin Taşar: Genç kuşağın Yurtdışı tercihinden ziyade günümüzdeki mevcut resmi iyi çizmek gerekir. İslamcı bir yönetimin değerlerini dayatması Yurtdışına genç kuşağın 'kaçış' tercihini kuvvetlendiriyor. Fakat yaklaşık 30 yıldır İstanbul islamcılar tarafından yönetilmesine rağmen şehir islamcı karakterini kaybetti. O yüzden sormak gerekir gerçekten genç kuşağı yurtdışına yönelten gerekçe nedir? 'İslamcı' bir yönetim mi yoksa neoliberal bir kuşatma mı?
Onur Alp Yılmaz: Bu noktada muhakkak neoliberal çağın bir etkisi olmakla beraber, Türkiye’de meritokratik sistemin ortadan kalkması da ehil ve eğitimli kitleyi, kendileri de neoliberalleşmiş olan diğer Avrupa ülkelerinde yaşamaya itti. Eğitimin tüm Avrupa’da ve Türkiye’de elit bir uğraş olmaktan çıkıp, topluma indirilmesi tartışmalarının yapıldığı dönemde en büyük tartışma, yetiştirilecek olan bu eğitimli kitleye entelektüel seviyelerine uygun bir iş bulunamaması üzerinde olmuştur. Çünkü hâl böyle olursa, bu kitlenin “marjinalleşmesi” kaçınılmaz görülüyordu. Bu marjinalleşme o günün iki kutuplu, sınırların daha anlamlı olduğu dünyasında nasıl “marjinal ideolojilere” bir sapma olarak gerçekleşiyorsa –ya da öyle bir olasılık üzerinde duruluyorsa- bugünün küreselleşmeye bağlı olarak gelişen bireyci/bencil eğilimlerin bir sonucu olarak, bu eğilim yerini yaşam alanını genişletmek için “marjinal örgütlenmelerle” örgütlenip mücadele etmek yerine, ülke değiştirme biçiminde ortaya çıkmaktadır. AKP’nin belediye gücüyle yaygınlaştırdığı yaşam alanını kısıtlamaya dönük faaliyetler belki belediyelerin el değiştirmesiyle bir nebze törpülenebilir, lâkin unutmamak gerekir ki merkezi iktidarın yetkisi altındaki kolluk güçleri ile bu durum daha da tatsızlaşabilir.
Burada unutmamamız gereken bir durum da AKP’nin her şeyin sayısını arttırarak değerini düşürme politikasıdır. Ülkedeki 180’den fazla üniversitenin ve buradan mezun olan potansiyel işsizlerin gelecek kaygısı, bireyleri daha mezun olmadan yurtdışı imkanlara bakmaya zorlamaktadır. Burada belki de üniversite sayısından, istihdamda ihtiyaca yönelik mezun sayısı planlamasına kadar geniş alanlarda yetkilerle donatılmış bir güçlendirilmiş yerel yönetimler tartışması başlatılmalıdır.
Yusuf Can Gökmen: Kent ile ifade ettiğimiz şey aslında zaman ve koşullar içerisinde gelişmiş bizler arasındaki ilişki biçimleri demeti. Bu ilişki biçimlerinin içinde, dışında ve arasında gezindiği, gezinirken şekillendiği tüm fiziksel yapılar yine bu ilişki biçimlerinin sonucu ve çoğunlukla aynı zamanda belirleyicisi. Yani temelde mekan(lar) ve bizlerin türlü halleri arasındaki ilişkisel bir veçheden söz ediyoruz kent derken. Kente formunu veren başat şeyin ne olduğu ise yapılacak okumanın çıpalarına göre değişiyor haliyle. Tartışmanın işaret fişeği olarak Anıl’ın ortaya attığı terkediş/kaçış/sığınma bu bağlamda aslında bizlerin gidebilme-kalabilme-dönebilme arayışları üzerinden okunduğunda tam da kentten çok insan ilişkilerinde aranması gereken bir nedensellikten düşünülmeli gibi geliyor bana. Gidilen yerin zahiri görüntüsü ise çekici gelen gitmek isteyene ‘umut’ edilen nedir gidildiğinde? Ya da tam tersi, kalmak isteyenin kalırken beslediği umut nedir ki gitmemeyi tercih etmektedir? Belirtmek gerek, tercih dediğim anda zaten bu tercihi yapabilecek ‘şanslı’ bir kitleyi odak olarak alıyorum elbette. Kaçmanın ne kadar makro bir motivasyonu tanımlanırsa tanımlansın kalmayı/kalınmasını istemeyi baz alan tüm yönetsel/siyasal çabaların yine bu düzlemde bir ‘umut’ üretimi nasıl yapacaklarını konuşmak benim önceliğim. Gidenle ilgilenmektense kalan ile benim derdim. O zaman soru şu: ‘Herşey çok güzel olacak’ ‘Aşkla …’ vs. diyen bir siyasal hareketin mekanın azami düzeyde müşterekleştirerek sözü geçen umudu imal etmesinin koşulları ve yöntemleri nelerdir? Kent bu noktada bir araç mıdır yoksa bizatihi bu umudun mekanları mıdır? Bir kent ‘yaşanılan’ olmayı başarırken aynı zamanda kalınmak istenen ve kaçılmak istenmeyen midir? Kim için yaşanılır bir kent imgesi kurulmalıdır? Belki de en temel soru şudur: kafamızdaki kent imgesi kimin kent imgesidir ve insan hangi koşullarda daha yaşanılabilir kent için kendi imgesinden feragat etmeyi tercih eder?
AKA: Açıkçası Yusuf'un söyledikleri tartışmayı yeni bir 'uyanma' evresine sokuyor. Hakikaten Onur, Nurettin ve Yusuf'un katkıları üzerine sormamız gerekiyor bu yerel seçimlerden sonra ortaya yeni bir kent modeli ortaya çıkacaksa bunun asgari müştereki ne olacaktır? Veya tanımlayıcı simgesi, kimliği veya ruhu neye benzer olacak?
Mesela benim gelecek tahayyülüm içerisinde ekolojik zorlukların ve önlemlerin yeni 'sosyal devlet' fetişi haline gelebileceğini yani İslamcısından Ülkücüsüne hemen herkesin ortaklaştığı konu haline gelebileceğini kestiriyorum. Hatırlayın sosyal demokrasinin enstrümanlaştırdığı pek çok şey daha sonra mesafeli olduğu hemen her hareket tarafından benimsendi ve hatta dejenere edilerek birer iktidar getirici mekanizma haline dönüştürüldü. Belki de idealist bir merkez arayışında bütün canlıların faydası uğruna ekolojik ajandayı çok acil olarak öne taşımalıyız. Yani kentlerimizi yeni önceliklerle tanıştırmalı ve yeni bir hikaye yazacaksak kimse için bir cehennem yaratmayacak kadar kapsayıcı bir sorumluluk üzerimize almalıyız aslında. Yusuf'un söylediklerinden şunu çıkarabiliyorum: Senin cennetin benim cehennemim olabilir. O zaman siyaseten bu kadar zaman sonra gelen bir galibiyetin anlamsız bir tesadüf olmadığını gösterecek bir dönem yakalamalıyız veya gerçekten siyasete yeni bir çağ yaşatabilecek kadar iddialı bir makro proje olarak değil ama herkesin inandıklarının dayattıklarının haricinde inkar edilemez önceliklerini ifşa edebilecek bir yerel yönetim haritası mümkün mü?
OAY: Bu noktada toplumsal polarizasyondan bahsetmenin doğru olacağı kanaatindeyim. Bu polarizasyon, belli noktalarda Anıl’ın söylediğinin gerçekleşmesinin mümkün olmadığını gösteriyor. AKP’nin -her şeye rağmen- aldığı %45 civarı bir oy olduğunu ve bu oyların geldikleri yerlerin de bir fikr-i sabit halinde hareket ettiklerini unutmayalım. Örneğin AKP ile beraber şehirleşen bir bölgelerde, seçim her ne kadar fotofiniş bitse de bunun sosyolojik bir kırılmaya işaret etmediği açıktır. Yani, açılan tekel bayiileri yine son derece gizli ve çekingen davranmaya devam edecektir ya da kıyafet seçiminin dahi bu bölgelerde daha dikkatli yapılacağı gerçeği değişmeyecektir. Bu noktada sosyal devletin araçsallaştırılması da belki CHP özelinde, oy davranışı olarak olumlu çıktılar sağlasa da yukarıda verilen -çoğaltılabilecek- birkaç örnek gibi insanların -yaşam tarzı bile değil- özgürlük alanlarına yapılan müdahaleler, beyin göçüne sebep olmaya devam edecektir. Bence burada vurgulanması gereken çelişki, gecekondu ve havuzlu sitelerin iç içe geçtiği AKP ile beraber “şehirleşen” bölgelerde, avamfirip bir üslupla sürekli vurgulanan türban meselesinin aslında nasıl araçsallaştırıldığıdır. Yani, aynı semtin içinde iki kapalı kadından biri, o gecekonduların getireceği “melanetlerden” korktuğu için duvarlarla çevrili bir sitede otururken, diğer yandan bir diğerininse o siteleri yapan işçinin eşi olarak bir yandan emeğine yabancılaşırken, diğer yandan da avamfirip bir söylemle, giyim tarzı üzerinden asıl görmesi gereken gerçeklikten nasıl koparıldığınının gözler önüne serilmesi gereklidir.
NT: Onur’un söylediğine paralel, genel olarak AKP’nin oy oranının değişmemesine rağmen metropollerdeki oyu düşmüş, kırsal bölgede ise MHP’yi de göz önünde bulundurursak özellikle Anadolu ve Güneydoğu bölgesinde sağın oyu yükselmiştir. CHP’nin ise bu doğrultuda oyu metropollerde yükselirken başta Orta Anadolu bölgesi olmak üzere ontolojik varlığı tartışılır hale gelmiştir. Onur’un bahsettiği giyim kuşam meselesine de değinmek lazım. Başörtüsü gibi simgeler AKP’nin orta kuşağını mobilize etmesi, onların ideolojik tasavvurlarından dolayı tutarlıdır. Fakat aynı simge genç kuşağı mobilize edememektedir. Özellikle metropoller üzerinde oy geçişkenliği mütedeyyin kişilerin çocukları sağladığı kanısındayım. İlgili genç kuşak ilişki inşa ederken, ideolojik tutum değil, çağcıl ve işlevsel yaklaşım benimsemektedir. (Bu da ‘seküler hegemonya ’’nın bazı kesimler için kısmen etkisinin devam ettiğinin de göstergesidir.) Fakat bu çözümlemenin sadece metropoller için geçerli olduğu kanısındayım. O yüzden sosyal demokrat değerlerden kopmadan ‘Anadolu merkezli’ bir kent yaklaşımı/siyaseti ortaya koymak gerekir. Ancak bu şekilde mevcut değişimi merkezden çevreye yayılabilir. Özellikle Anıl’ın bahsettiği ekolojik duyarlılık, Anadolu coğrafyasının tarihsel derinliğiyle harmanlanarak yeni bir kimlik inşası süreci başlatılabilir. Şu anda önemli gündem maddelerinden Kazdağılarındaki gelişmeler ve Salda gölü ile ilgili yapılan çalışmaların ‘muhafazakârları’ nasıl bir boyutta etkilediğiyle ilgili veri üretebilirsek, oradan yeni bir kimlik inşası gerçekleşebilir. Yusuf’un da ifade ettiği gibi yaratılacak yeni kimlik genç kuşağın yurtdışına gidişi yerine kalmasına dönük makro bir motivasyon yaratabilir.
YCG: Aslında meseleye son yazdığım notun sonundaki soruya paralel biçimde Anıl’dan, Onur’dan ve Nurettin’den gelen yorumlar ekseninde bir girişle başlamak yerinde olacak. Kimin için ve hangi doğrultuda bir kent imgesinden bahsetmek gerekir diye sormuştum. Gelen cevaplardan anladığım kadarıyla mesele, hem yeni bir alternatifin yaratılmasının olanaklılığı/olanaksızlığı hem de bunun karşılığında CHP’nin oy kanallarını tam da bu vesile ile nasıl zenginleştirebileceği üzerinden ele alınmış. Şurası açık; CHP Türkiye’yi yönetme iddiası güden bir siyasi partidir ve bütün gücünü varoluş sebebiyle birlikte seçimlerden dolayısı ile seçmenlerden gelecek oylardan alır. Dolayısı ile aslında yönetimini üstlendiği kentlerde uyguladıkları pratikler üzerinden sonraki 5 yılını da kazanmanın zeminini hazırlamak ve sözü geçen pratikler yoluyla varsayımsal olarak ülkenin de nasıl yönetilebileceğine dair bir modeli geliştirmekle mükelleftir. Tam da bu bağlamda ben çok net biçimde kazanılan belediyelerin yerel bağlamlarını ıskalamaksızın tüm belediyeleri kuşatan ilkeler/pratikler hattının kurulabilmesi ve bilginin/deneyimin paylaşımı için genel merkez koordinasyonunun son derece hayati olduğunu düşünüyorum. Belirtmek gerekir ki götürülen hizmetler siyasi parti ayrımı yapılmaksızın götürülmelidir elbette. Ama eninde sonunda üzerinden konuşulan düzlem CHP belediyeciliği olacağı için(en azından bunun olması gerekir) böylesi bir siyasi koordinasyonun kotarılması da elzemdir. Peki kim için kent imgesi? ‘Herkes’ için. Evet tam da bir boş gösteren olarak ‘herkes’ için. Sol popülist bir düzlemden sosyal demokrat ideallerin güncellenmesi/uygulanması/rekodifiye edilmesi için toplumla iç içe kamucu bir yönetim anlayışı bence gerekli olan. Bu doğrultuda kentler toplumsal dönüşüm iddiasının taşıyıcısı konumuna taşınmalıdır. Kanaatimce, toplumcu dayanışma ekonomisi üzerinden kurgulanan bir yönetim aklı sosyal eşitlik ve güvencesizler, ezilenler için gündeme gelebilecek siyasaların ilhamı olabilir. Paralelinde, ortak zenginlik için kamusal olanı hatırlamak, müştereklerimizi tekrar keşfedip üzerinden toplumsallığımızı tekrar kurmak ve bunu her gün öğrenerek yapmak umudu, yeni kimliği inşa edebilmenin zemini bence. AMA, unutmamak gerekir ki CHP örgütü/yönetimi de ülkenin verili insan sermayesinden münezzeh değil. Son dönemdeki skandal atama kararları, nepotizm/klientalizm örnekleri bize bunu gösterdi. Değişimi bize rağmen başka bizlerle birlikte kotarmak gerekecek. Bunun için de sanırım gözlerimiz son derece minör politik alanda, yeni toplumsallıklarda olmalı. Yeni olan da yeni olanı kurmanın ilhamı da yine insanlıkta. Gelebilecek cevaplarla konuyu genişletmeye hazırım:)
Çok akıcı, çok önemli tespitlerin olduğu bir yazı olmuş.Okurken "evet yaa bu bakış çözebilir" dedirtti. Özellikle ekolojik anlamda şu günlerde toplumun tüm kesimlerinden tepkileri ben de izliyorum ve çok önemli olabileceğini düşünüyorum. Gidene ya da kalana küfretmek yerine, derinlemesine analiz edip paylaştığınız için teşekkürler. Formatı çok beğendim, devamı gelir umarım :)
YanıtlaSil