Kent Üzerine Tartışmalara Cevaplar
Geçenlerde birbirinden farklı konularda siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler üzerine doktora yapan 3 arkadaşımla kentler ve geleceğimiz üzerine bir tartışma gerçekleştirmiştik. Bu tartışmada ortaya konan meseleler etrafında bu sefer sosyoloji ve iktisat doktora adayı arkadaşlarımla başka yanıtlar aradık. Afiyetle :)
Kent üzerine tartışmalara cevaplar:
Gorkem: Gerek tartismanin baslangicinda deginilen yurtdisina gitmek/kalmak tercihi konusundaki kisisel tecrubemden, gerek bu tercihi muteakip ikamet ettigim kentin niteliklerinden hareketle, tartismanin sonrasinda evrildigi yerle bagi cok kaybetmeden ama baslangica biraz daha fazla odaklanarak bazi eklemeler yapmak istiyorum. Her ne kadar benim ayrilisim o takvim itibariyle bir kacis degil donmek planiyla bir egitim seyahatiydiyse de aradan gecen zaman icinde donmemek seklinde bir karar alma noktasina geldim. Bu kararimda kent yasamina dair yurtdisi tecrubesinde gozlediklerim bilincalti duzeyde etkili olmus olabilir.
En temel olarak deginmek istedigim nokta zaman. Bu kisitli kaynaga biz Turkiye’de yeterince deger atfetmiyoruz. Binlerce genc bireyin kent yasamini tecrube edecek vakti yok. Bu, daha makro ve ekonomi-politik bir duzlemde istihdam-sermaye iliskisine dair yasal cerceveye ve daha da otesinde yasal cercevenin dahi uygulanamadigi is iliskilerinin gozlenmesine yol acan hukuksuzluk ortamina baglaniyor. Yani gocten cikip kente, oradan calisma saatine geldigimizde vardigimiz son nokta yine hukuk duzeninin tesisinde cektigimiz eksiklik oluyor. Kliselesmis gibi gorunse de bu cok kritik. Cunku bir AVM’de calisan ve haftada 65-70 saatini magazada, 10 saatini de yolda geciren bir gencin tecrube edebilecegi bir kent deneyimi tasarlamaniz mumkun degildir. Kenti yasayabilmek icin zamana ihtiyacimiz var. Is bulabilecek kadar sansli olan akranlarimizin buyuk oranda vakitsizlikten muzdarip oldugunu ne yazik ki yadsiyamiyoruz. Asgari musteregimizi ariyoruz ya, muhafazakar gencin de, sekuler gencin de, egitimsiz tekstil iscisinin de, en prestijli okullardan diploma alip yuksek maasla ise giren beyaz yakanin da musteregi zamansizlik. Bunu, kent yonetiminin elindeki arac ve imkanlar cercevesinde, olabildigince cozmeye calisarak baslamaktan baska care ben goremiyorum. Ancak ondan sonra, kenti deneyimleyecek vakte sahip insanlarin birlikte veya ayri ayri degerlendirebilecekleri bir kent olgusundan bahsedebiliriz.
Butun bunlarin senin yurtdisina gocmus olmanla ne ilgisi var derseniz, aslinda cok da yok. Turkiye’de uzun saatler calisiliyor diye degil donmeme sebebim. Ama dukkan calisma saatleri burada gordugumde en sasirdigim seylerden biriydi. Cunku o dukkanlarda calisan tezgahtarlarin da haftasonu aksamini eglenerek, sevgilisiyle, ailesiyle, arkadasiyla gecirme hakki var ve diger insanlarin tuketim cilginligi hicbir sekilde bunu kisitlamaya bahane degil. Ve en nihayetinde donmeme sebebimin de yasada ne yazarsa yazsin calisma saatlerinin 60lara, 70lere ulasmasini engelleyemeyen, kisaca yasada yazani uygulama yeteneginden yoksun bir kamu otoritesi gercegiyle az da olsa ilgisi var.
Metin Koca: Tartışma sırasında kurduğunuz bağlantıları göz önünde bulundurarak Türkiye’de liyakat meselesine bir başka açıdan değinmek istiyorum. Malum, liyakat—veya bir yönetim biçimi olarak Onur Alp’in bahsettiği gibi “meritokrasi”—aslında teknik bilginin gerekliliğine dair ortak bir kanı üzerine bina edilir. Bu tarz bilgi iddiasına ihtiyaç duyulan alanları belirlemek de siyasi bir eylemdir ve katılımcı değerlendirme süreçleri gerektirir. Kentlerdeki temel sorunumuz bu değerlendirme süreçlerinden mahrum olmamız diye düşünüyorum. En basiti, sosyal medya reaksiyonlarıyla tarihi yapıların restorasyonu ancak bir yere kadar değerlendirilebilir.
Kent ekosisteminin her bir zerresinin politik nitelik taşıdığını öğrendiğimizi düşünüyorum. Cumhuriyet tarihi modernist şehircilik anlayışlarıyla geleneğin kente gelişi, direnişi, uzlaşısı ve kentte dönüşümünün tarihi olarak bile özetlenebilir. Diğer taraftan, bu siyasi mücadele ikliminde kentsel devamlılığın gerektirdiği ‘teknikleşmiş’ bilgi birikiminden büyük ölçüde yoksun kaldık. Halbuki siyasi kutuplaşma bu tarz bilgi iddialarının üretilmesine engel değildi bence. Tek ihtiyacımız olan şey, alternatif siyasetlerin kendi ideal kent anlayışlarını oluşturmasıydı. Türkiye’de “nasıl bir yerde yaşamak istiyorsun” sorusuna cevap olarak sunulabilecek alternatif kent anlayışları var mı sizce? Bence yok. Bu durum son dönemde özellikle “muhafazakâr” siyaset geleneği açısından trajik bir hale geldi. Zira kendi siyasi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kişi ve kurumlara ait birçok projeden utanır gibi görünüyorlar. Fakat yerine ne koymak istediklerine dair en ufak bir fikir de geliştirebilmiş değiller. Sonuç olarak, Nurettin’in de belirttiği gibi kentsel alan üzerinde neoliberal rant piyasasından başka bir belirleyici yok.
Verilere kabaca bakarsak, insanların kendi ideolojik dağarcığını paylaşan, kendi sosyal sınıfından insanlarla ve kendi çalıştıkları semtte yaşamak istediğini öğreniyoruz. Daha başka ne beklentimiz var kente dair, bilemiyorum, çünkü fikirlerimizi olgunlaştırabileceğimiz platformlar yok. Çevre hassasiyeti ve benzeri son nesil kaygıları henüz çok yeni ve ‘teknik’ konular haline getirilmeye muhtaç, yoksa “sen 3 ağaç diktin, ben 10 ağaç diktim” ile sınırlı kamusal ‘tartışma’ hiç bitmeyecek.
Anıl Kemal Aktaş: Zamansızlık ve neo-liberal rant düzeni birbirlerini besleyen konseptler tabi. Buradan hareketle kendi tecrübelerinize dayanarak yaşamınızda kentlerin alternatif olarak neler sunduğuna örnekler verebilir misiniz? Örneğin neo-liberal talanın zıttı örneklerle karşılaştınız mı veya kentlerin insanları yaşamın içine çekerek başka bir zaman tüneline soktuğu, ikinci bir yaşam diyebileceğimiz alternatiflerini gördünüz mü?
Metin: Hayatın günlük akışından kopuk (toplantılar, mitingler, yayınlar vb.) aktivitelerle insanlarda ‘farkındalık’ yaratma çabaları bence pek işe yaramıyor. Onlara, hayatları akarken dolaylı da olsa kente katkı sağlayabilecekleri hissi veren eylemler kalıcı bir anlam yaratıyor diye düşünüyorum. Bu açıdan Türkiye’de sokaktaki dinamik hayatı çok önemsiyorum, kollektif kültürel birikimimizin işe yarar bir parçası olarak görüyor ve yer yer Avrupalı arkadaşlarıma örnek gösteriyorum. Biz sokakta, beraber yaşamayı seven bir toplumuz aslında—işyerinde geceleyen bir esnaf, gelire muhtaç olduğu kadar orada o vakitte konuşan insanlar olduğu için de bunu yapıyor.
Sokakta yaşamak derken de, mesela hayvanlara sahip olma iddiasında bulunmadan onlarla iç içe yaşamayı, onların ihtiyaçlarına hassasiyet göstermeyi bir alışkanlık haline getirme yolunda olduğumuzu düşünüyorum. Veya, Gezi zamanı insanların geçerken durup soluklanabildiği, iki kitap karıştırabildiği sokak kütüphaneleri bölgeyi güzelleştirmişti. Bir şişe ayranın yirmi sıra ötede bir başkasına elden ele ulaştırıldığı Yeryüzü Sofraları, iktidarın gelir dağılımını hiçe sayan muhafazakârlık anlayışına sokakta somut bir alternatif yaratıyordu. Eminim sizin aklınıza bu minvalde daha iyi örnekler geliyordur. Kendi hayatımızı düzenlerken çevreyi de düzenleme ihtiyacı hissetmemiz iyi bir başlangıçtır. Yeni doğan çocukları için birer fidan dikme fikri duyuldukça yayılıyor benim çevremde. Bu şekilde, başka alışkanlıklarımız etrafında kent duyarlılığı yaratan yeni alışkanlıklar geliştirmiş oluyoruz. Tabii tüm bunlar siyasi iradeyle birleştirilmezse sınırlı, mikrokozmik aktiviteler olarak kalmaktan öteye gidemez. Belediyeler halihazırda var olan dinamizmi doğru alanlara yönlendirmek için var.
Gorkem: Neoliberal talan, veya rant arayisi, aslinda ortak magduriyetler uzerinden bir kent ruhunun yaratilmasina katki saglayabiliyor. Benim bir gocmen ve gecici bir ogrenci oldugum kentte kendimi o kentin bir hemsehrisi gibi hissetmeye baslayisim, mudavimi sayilmasam da ara sira gitmeyi sevdigim mekanlarin artan kiralara dayanamayarak kapanmasina olusan ortak tepkiye katilabilmemle birlikte gelismisti. Zamansizlikta ne kadar ortaksak, bir kentin mekanlarini ayri ayri zamanlarda kullansak da o mekani paylasiyor olmak baglaminda da o kadar ortagiz. Bu mekanlar normalde kamu mali(public good) olmak zorunda degil; ticari isletmeler, kafeler, restoranlar da olabilir, sahiplerinin kente bir ruh katmak gibi bir amaci olmayabilir ve her birimizin orayla iliskisi absit bir iktisadi tuketicilikten ibaret de olabilir. Buna ragmen her bireyin ayri ayri kurdugu bu musterilik iliskisi, toplumsal duzeye varildiginda iktisadi bir alisveris olmaktan cikip kente dair bir mekan paydasligi haline geliyor. Hal boyle olunca da bir tuccarin -ki pek kucuk tuccar olmak zorunda da degil- artan kira yuzunden isletmesinin bir subesini yeterince karli bulmayip kapatmasinin bize olan etkisi, gayrimenkul rantinin kucuk veya buyuk isletmelere verdigi ekonomik zararin otesinde kente dair bir mekanin kaybolmasindan ve o mekanda farkli farkli zamanlarda biriktirdigimiz hatiralarin da tarihe karismasindan duydugumuz huzunde tezahur ediyor. Kimimiz icin 3 yil, kimisi icin 20 yillik bir hatira soz konusu olabilir, farkli zaman dilimlerinde, farkli kisisel tecrubelerde ortak zemin olan bu mekana paydasligimiz ve yuzeysel, ekonomik bir bakista sadece artik musteri olamamak seklinde ifade edip neredeyse kucumseyecegimiz ama aslinda duygusal duzlemde bizleri ortak oldugumuz bu mekanin kaybinda birlestiren magduriyetimizle birlikte kentin ekonomik iliskileri asinda cok boyutlu bir kentlilik kimliginin insasinda onemli bir yer tutuyor. Bu kimlik insasinda aslinda magduriyet de sart degil, her birimizin ayri ayri musterilikten baska iliskisi olmayan isletmeleri toplumun butunu nezdinde yarattigi mekan ortakligi, bir kent ruhunun onemli bir ogesi.
Bununla baglantili olarak, ulkemizde ne yazik ki cok gelismemis bir kultur olan yerel basin, kent gazeteciligi, sehir halkini ayri ayri bireyler olmaktan cikarip ayni mekani paylasan insanlar olmakta birlestirme yolunda alternatifsiz bir isleve sahip. Ulusal basinda meraklisi disindakilere hitap etmeyen ekonomi sayfasi, yerel basin sozkonusu oldugunda ortak yasam alanlarina dair deneyimlerin guncel durumunu takip edebileceginiz bir sosyal duyuru sayfasi haline geliyor. Cunku gitmediginiz bir kentte bilmediginiz bir sektorde tanimadiginiz kisilerin yonettigi, islettigi, calistigi buyuk bir sirketin finansal tablolari sizin icin ne kadar onemsizse, iki sokak asaginizda sahibini veya tezgahtarini tanidiginiz, ister kucuk isletme olsun ister buyuk bir zincirin subesi, sadece musterisi olsaniz da sirf mekan ortakligindan paydasi da oldugunuz isletmenin devamliligi sizin yasantiniz icin o kadar onemli.
Metin: Evet, yerel basının sunabileceği imkanlara özel bir parantez açmak gerekiyor. Dışarıya kendilerini yekpare semt/mahalle kimlikleri üzerinden tanıtan toplulukların—ya da topluluk adına konuşabilen ‘itibar’ sahiplerinin—mahalli düzeyde çekişmelerle dolu iç gündemine ulaşmak mümkün olabiliyor. Mahalleli, dışarıdakilerin takip etmediğini düşündüğü bir ortamda, mahalledeki sosyal yapıya dair vitrininin dışında bıraktığı detaylara girebiliyor. Sözgelimi, Fatih’teki seçmenin son belediye seçimlerinde İsmailağa ve Menzil gibi bölgede çok güçlü olan iki cemaat ile çelişmesi, özellikle de İsmailağa bu kadar seçime odaklanmışken “bundan sonra bir cemaate özel hizmet etmek yok” diyen bir adaya yönelmesi kayda değerdi. Bu çelişkiyi ulusal basın ve onun kadrolu ‘Türkiye uzmanları’ değil, sokak röportajları yapan ‘amatörler’ önceden ortaya koymuştu aslında. Diğer taraftan, meseleye kastettiğiniz anlamda daha geniş bakarsak, maalesef yerel basının önemli kısmı dışarıya yereli öven broşürlerden ibaret olduğu için, bu potansiyeli tam anlamıyla kullanamıyoruz.
Anıl: Evet, yeni medyayı ve yerelliği konuşmak gerekiyor bu açıdan. Metin’in yaptığı tespit tam yerinde, leziz olmuş :) Türkiye’de yerel basın garip bir kötücül silaha ve ilan panosuna bile dönüşebilirken öteki tarafta başka bir şey daha oluyor. Yeni medya mecraları yereli sonuna kadar kapsıyor. Forum anlayışı yeniden başka bir formda ayağa kalkıyor. Örnek olarak 100.Yıl’da oluşan sosyal medya birlikteliğinin aynı zamanda canlı bir organizma halinde müdahil ve reaksiyoner hale dönüşmesini verebiliriz. Konvansiyonel medya bitti, yeni medyaya bakalım diyerek ezbere kaçmak için söylemiyorum. Sonuçta bu mecralarda konvansiyonelleşebilir, yönünü - anını kaybedebilir. Bunun bazı örnekleri mevcut. SOLFASOL yıllardır başka bir kentlilik tanımını kapsayan bir alternatif sunuyor. Veya son zamanlarda bir başka çabaya tanık olduk: LaVarLa. Bir haritalandırma ve hatırlatma aplikasyonu olarak Ankara’da kentlilik ruhuna dair bir alternatif sunuyor. Şehrin bize sundukları olduğunu hatırlatmaya çabalıyor. Yıllar önce Ankara’da aylık bir kent rehberi vardı diye hatırlıyorum yine. Kısacası kentlerin içine daha çok girmemiz gereken bir dönem olduğuna dair bir ortak kanı ile bu meseleyi bağlayabiliriz :)
Yorumlar
Yorum Gönder