1 Yılın 1 Günü. Babamın Soğuk Elleri

1 Yılın 1 Günü. Babamın Soğuk Elleri

O gün aslında dün. Babamın son kez geç kalmalarımdan hoşnut olmadığı gün aslında dün. 1 yıl geçti mekan ve zaman içerisinde ama başka bir boyut varmış aslında bunu keşfettim. Göğüs kafesimden açılan ancak aynı zamanda boğazıma ve kulaklarıma doğru çıktıkça yutkunmaya sebebiyet veren tok bir acı, ağrı ile somutlaşan boyut. Ankara'daki hastanenin koridorlarında tabanlarımı dünyanın merkezine doğru itmek istercesine hınçla adımlar atışım...

Son günlerde babamı hep çocukluğum ile eşleştiriyorum. Çocukluğumdan miras kalma bir zamansızlık, endişe, kaygı ve biriktirme huyum var. Okuldan eve gelince saatlerce ve hatta belki yatağa girene kadar üniformasını değiştirmeyenlerdendim. Ödevlerini saatlerce bekletenlerdendim. Bu ikisinin de yapmamam gereken şeyler olduğunu bilip sorumluluğunun bilincinde endişe içinde yiyeceğim tenkitleri veya azarları beklerdim. Yine de saatlerce ışığı bile yakmadan ana haber bültenlerine kadar bütün çizgi filmleri izlerdim.

Bu hipnoz halimi bozabilen tek bir şey var. O'nun gelişi. Babam.

Zil çalardı. Bilirdim babamın eve geliş saatiydi. Avazım çıktığı kadar bağırırdım.

- 'Babam geldi! Babam geldiiiii!'.

Belki avazım çıktığı kadar bağırmıyorumdur aslında. Bizi bırakıp gittiği günden beri onun için döktüğüm gözyaşının, haykırışlarımın hep eksik kaldığını düşündüğüm için mi çocukluğuma bu görevi yüklüyorum acaba? 

Her seferinde kapıyı benden başka kimse açmasın diye kendimi kaybederek koşardım. Artık ev ahalisi alışmıştı. Birisinin kapıya yakın olduğunu görünce zaten uyarırdım.

-'Babam geldiii! Ben açacağım!'

Oldu ki ablalarımdan birisi benim bu bencilliğimden usanıp çok sevdikleri babalarına kendileri kapıyı açmış olursa bir şekilde babama onu karşılamak istediğimi belli edecek illa ki bir şey yapar, bir şey söylerdim. Kahramanım eve gelmişti. Devleşen adam. Sokakta attığımız her adımda onun evladı olmanın bambaşka bir ayrıcalık olduğunu anlamamı sağlayan evreni yaratan adam. Okulda, kurslarda, kendimi tanıtmamı istediklerinde soyadı benzerliğinden hemen bir alakamın olup olmadığının sorulduğu, oğlu olduğumu söylediğimde koca koca insanların saygı ve tebessümle bana olan bakışlarını değiştiren adam. İstemeden bile olsa beni şımartan adam. Ayrıcalıklı olduğumu hissettiren babam.

Kapıda onu karşıladığımda evimize yakın olan bürosundan yürüyerek gelmiş olurdu. Üstümde üniformamı görünce tebessüm eder. -'Yahu oğlum bak biraz babandan örnek al. Sen çok akıllı ve güzel bir çocuksun. Bak ben hemen şimdi üstümü değiştireceğim. Şöyle rahat rahat pijamalarımla oturacağım. Ohhhh ne güzel. Hadi oğlum sen de değiştir üstünü!'

Benim umurumda mı? Hemen sarılırdım babama. Veya ellerine sarılırdım. Bir Cumhuriyet, belki Hürriyet belki Milliyet bir dönem başka başka demokrat takılan gazeteler. Ve elbette bize, çocuklarına getirdiği çeşitli dergiler, çizgi romanlar, süreli yayınlar. Bilim Çocuklar, Yalvaç Ural yayınları, Teksas, Tommiks, Batman veya spor dergileri benim için. Ellerine sarılırdım, beline sarılırdım. Erzurum'un soğuğu üzerindeki takım elbisesine işlemiş olurdu. Öğretmen - Avukattı benim babam! Dev gibi adamdı dev! Dev gibi kütüphanesi vardı. Çok cesurdu ha! Yanlışa hemen çatardı. Sokakta gördüğüne hemen müdahale ederdi. Şeker hastasıydı ama bence Gavurboğanlı olduğu için ona hiç yakıştırılmayan şekilde pata küte girişirdi saygısızlara, politik saldırganlara. Hiç tavizi yoktu. Atatürk, Cumhuriyet, Devrimler, Solcular, Doğa, Kabalık. Hemen müdahale ederdi. Ben babamın bu kavgalarını görüp hemen ağlardım. O bazen kızardı bana, bu halime. Sonra sonra hatırladıkça kahkaha atardı anlatırken o hallerimi. '-Oğlum niye korkuyorsun? Onlar kimmiş bana bir şey yapacak?'. Yapmayı çok istediler. Hepimize yansıdı bu istekleri babama zarar vermek isteyenlerin.

Erzurum'un soğuğu ceketine, paltosuna sinmiş, bürünmüş şekilde gelirdi babam evimizin kapısına. Hemen sarılırdım bağırarak ona. O soğukluk aynı zamanda babamdı benim için. Paltosunu, ceketini çıkardığı gibi beraber ellerimizi yıkamaya. Benim de ellerimi yıkardı kendi elleriyle beraber. Sonra doğru kendi yatak odasına. O üstünü değiştirirken ben izlerdim onu. O yine gülerdi. '-Oğlum beni izleyeceğine gidip üstünü değiştirsene. Bak ben değiştirdim rahatladım. Ohhhh. Rahat rahat oturacağım şimdi.'

Ben babamın peşinden ya mutfağa yemeğe ya da oturma odasına. Yemekten sonra biraz gazete okumaca beraber. Benim için tabi sadece spor sayfaları, Limon ile Zeytin, BizimCity ve Abdülcanbaz vardı gazetelerin içinde. Sonra yorgun vücudu hemen uykuya düşerdi. Şeker hastası, iki mesleği birden devam ettiren, siyasetten kopamayan, toplumcu mücadelesini her saniye var eden vücudu, narin vücudu hemen yorgun düşerdi. Demek o zamanlardan yıpranmıştı. Öyle ya annemle beraber giderlerdi Ankara'ya. Ay olurdu dönmezlerdi. Tedaviler, ameliyatlar. Annemin yoldaşlığını, onun hayatına kattıklarını hep özenerek anlattı babam. Anneme yıllar sonra bile ulaşılamaz bir değer olarak bakıyordu. Aralarındaki dayanışma çok derindi.

Babam birden uykuya dalardı. Ben de hemen onun yanına kıvrılırdım. Küçük değildim. 11-12 yaşıma kadar babamın yanına kıvrılıp, sığmaya uğraştım. Onu uyandırmadan ikimiz de öylece dururduk. O birden uyanırdı. Her seferinde beni dibinde görüp şaşırırdı. Gülümserdi ve mutfağa gidip koca bir tabak dolusu meyve getirirdi.

-'Güzel oğlum bak ben güzelliğimi yediğim meyvelere borçluyum. Hadi sen de ye. Ye ki daha da güzelleş. Bak yoksa sonra benim gibi çirkin olursun.' Hemen bir kahkaha patlatırdı. Ben birden telaşla itiraz ederdim. -'Sen çirkin değilsin ki! Çok güzelsin baba!'

Çok güzeldin baba. Kendini feda edip başkalarının biraz olsun rahat nefes almasını isteyecek kadar güzeldin. Senin için kimsenin geçmişi uğradığı haksızlıktan mağdur olmasını önlemek için engel değildi.

23 Ekim 2018 akşamı hastaneye gittiğimde çok huzursuzdu. Hastane görevlileri ile tartışmıştı. Birden bire tedaviyi kesip eve gitmek istediğini söylemiş ve adeta isyan çıkarmıştı. Gittim. Ellerinden tuttum. Uzun uzun o güzel ellerini tuttum. Sakinleştirmek için ellerini okşadım. Çok soğumuştu elleri. Şimdi düşünüyorum, bir insan elleri ile ne kadar insana yardımcı olabilirdi? Binlerce mağdur için o eller ile mücadele etmişti. Soğuk ellerini ellerimden o gece hiç çekmedi. Ellerini avuçlarıma teslim etti. Ben de bir an bırakmadım ellerini. Yıllar olmuştu belki babamın ellerini öyle uzun tutmayalı. Sokakta gezerken, karşıdan karşıya geçerken hep isteyerek tuttuğum o eller...

Elleri soğuktu ama acaba hep dışarıdan geldiğinde, gazetelerini veya son zamanlarda yeni evimizde bahçemizde baktığımız onlarca kediye aldığı özel ciğerleri, yoğurtları, sosisleri, tavukları taşıdığı soğukluğunda mıydı elleri?

Zaman en mutlu anlarımdan birisi aracılığıyla vedasını mı hazırlıyordu yoksa babamın? O gazetelerin verdiği neşenin, aslında mitolojik bir kahraman gibi gördüğüm babamın eve gelişini mühürlediği için her soğuk dokunuşu o anlar ile mi eşleştiriyordum? Babamın ellerinin soğukluğu benim için tek bir anlama geliyordu: Neşe.

Hiç ölüme yakıştıramadım o soğukluğu. Babam diğer hastaların seslerinden çok rahatsız olduğunu söyleyince kulak tıkacı almak için yoğun bakımdan çıktım. Çıktım ama 5 dakika geçmeden kuzenim beni aradı ve babamın çok rahatsızlandığını ve zapt edemediklerini, yoğun bakımı birbirine kattığını söyledi. Hızlıca hastaneye döndüm. Amcam babamı sakinleştirmek için içeri girmişti. Acil müdahale olacağı söylenerek dışarı çıkarılmıştı. Yüzü bembeyaz olmuştu. Elleri buz gibiydi diyordu acı ve telaşla. Yüzündeki korkuyu sonradan zihnim tekrar tekrar algıladı. Amcamın neden o kadar acı bir telaş içerisinde olduğunu saatler içerisinde anladım. Ama o an için amcamın babamın ellerindeki soğukluğa verdiği tepkiyi hiç konduramadım. Babamın elleri hep soğuktu ki...







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Need for a rapid change before the arrival of ecological crisis is still valid

CHP'nin İçindeki Canavar

Erzurum'da Güzelyurt'un Ruşen abisi...