Nehir Söyleşi Denemesi: CHP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen




Blogda daha önce farklı uzmanlık alanları bulunan dostlarımı misafir etmiştim. Onlarla geliştirdiğimiz bir söyleşi formatı üzerinden çeşitli konuları irdeledik. Bir süredir yapabildiğim kadarıyla yakın takibe aldığım genç siyasi figürlerden birisi olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen ile bir deneme yapacağız. 

CHP Gençlik Kolları ile haşır neşir olmuş olan bir çok genç birey zaman içerisinde kendisini bir fantazya içerisinde bulur ve ülkeye, partiye yön verirken çeşitli sahneler içerisinde düşler kendini. Kimimiz şartlara bağlı olarak kimimiz siyasetin doğasından ötürü çeşitli hayallerimizi gerçekleştirdik veya gerçekleştiremedik ancak Gökçe sanıyorum 1996 itibariyle alırsak eğer 1980 sonrası CHP’de kimsenin başaramadığını başardı. Gençlik Kolları kademelerinden sonra pek ara vermeden, parti tüzüğünde belirlenen genç olma yaşını geçmeden ana kademe MYK üyeliğine geldi. 

Gökçe ile bu çalışmayı yapma isteğim elbette onun sadece yaş kriterleri içerisinde gösterdiği başarısı değil. Tanıdığımız, bildiğimiz çokça genç partili Parti Meclisi Üyesi seçildikten sonra ellerine geçen çeşitli örgütsel veya medyatik fırsatlara rağmen Gökçe kadar esaslı ve doğrusal bir siyasi söylem yaratamadı. Bugün Gökçe'nin MYK Üyeliği boyunca yaptığı çalışmaları incelerseniz fark yaratabildiğini göreceksiniz. Bu anlamda hepimizi hem kıskandırmayı hem de kendini ön yargısız şekilde kabullendirmeyi başardı. Bu onun çabasıydı. Sıradan bir parti temsilcisi olmadı. 

Burada ufak bir röntgen çekmek gerekiyor: İnceleyenler bilirler Baykal - Önder Sav yönetimleri dönem dönem gençleri ana kademe yönetimlerine taşımış ancak en sansasyonel ve görünür temsiliyetler Kemal Kılıçdaroğlu döneminde olmuştur. Öyle ki, Gençlik Kolları MYK ve Parti Meclisi temsiliyetlerine medyatik, apolitik veya parti mekanizmalarını hiç bilmeyen isimler getirildi. Bunun tam tersi durumlar da çokça yaşandı ancak parti kültürü içerisinden gelen çok az arkadaşımız ulusal siyasette kalıcı olabildi. 

Gökçe ile kısmen halef - selef ilişkisine de sahibiz. Kendisi hatırlamayabilir ama Gençlik Kolları Genel Merkezi Uluslararası İlişkiler Sekreteryası kurucusu olduğum dönemden sonra Gökçe biz görevden uzaklaştırıldıktan bir süre sonra sekretaryanın önemli bir temsilcisi oldu ve yine bir ilki gerçekleştirdi. Avrupa'da yer alan ana akım sol gençlik örgütlerinin yer aldığı organizasyonun başkan yardımcılığı görevini üstlendi. Kendisi aynı zamanda akademik bir titre sahip. Buradan devam edelim. 

Anıl: Gökçe elbette seninle bu çalışmayı gerçekleştirmeme izin verdiğin çok teşekkür ediyorum. Bence önemli bir not düşüyoruz CHP tarihine. 1980 sonrası CHP tarihinde 30 yaş altı ilk Genel Başkan Yardımcısı sensin yanılmıyorsam. İstanpol’daki, İVME Hareketi, Yeni Arayış’taki arkadaşların yine Murat Kubilay'ın yaptığı çalışmalardan hareketle bir şey sormak istiyorum. Sorum gelecek kaygısı üzerine olacak. Sonuçta gençlik kolları heyecanı 30lara yaklaştıkça tükeniyor. Özellikle aile, toplum, üniversite ortamından soyutlandıkça biraz kendi başımızın çaresine bakma telaşının yüzümüze yirmi beş yaşlarımızdan sonra birden bire sert bir şekilde vurulmasıyla bütün vaktimizi harcadığımız gençlik kolları mecrasının aslında sürdürülebilir olmadığını anlıyoruz. Bilmem katılır mısın? Genç işsizlik olgusunun, genç istihdamının hiper sömürü, eş-dost kapitalizminin çok vahşi bir versiyonuna terk edildiği bir ortamda bütün bu emeğinin karşılığında harcadığın bütün bu zamanın bir an olsun kendi geleceğinden çaldığın bir zaman olduğunu düşünmüyor musun? Yani sonuçta akademik olarak veya avukat olarak mesleğini icra etmek için geri dönecek olursan piyasaya yaşıtlarından, çağdaşlarından geri kalmış olduğun telaşı kaplamıyor mu zihnini? Tamam elbette siyasetle uğraşarak, toplumsal mücadelenle bireysel kurtuluşuna da katkı sağlamış oluyorsun ama neo-liberal sistemin bir de öteki yüzü var sen de biliyorsun. Eninde sonunda Linkedin sayfamıza ihtiyacımız olabiliyor. 

Gökçe: Öncelikle ben de blog’una davet ve yukarıdaki açıklamalardaki övgüler için teşekkür ederim :) Soruya gelmeden önce kısa bir itirazım var: benim ve arkadaşlarımızın Parti Meclisi’nde bulunması, MYK’ya girmem ve ana kademelerdeki yaş ortalamalarındaki düşüşün tümü aslında bugüne kadar olan birikimin eseri. Evet, bazı arkadaşlarımız siyaseti bıraktı ama çok değerli emekleri sonucunda izler bırakarak gittiler gidenler de.

Gençlik kolları tabii ki sürdürülebilir değil, hatta bana kalırsa bu hayat kaygısının ön plana geçtiği yaşlarda gençlik kollarından çok ana kademelerde görev almakta fayda var. Gençlik kollarının gençlere, eğitim derdi olan, hayat ve politik sisteme alışmamış ve sorunları normal karşılamayan; yöneticilere, sisteme ve siyasi düzene isyan eden gençlere bırakılması gerektiğini düşünüyorum. Diğer yandan da zaten gençlik örgütü çalışmaları başlı başına bir amaç değil, önce partiyi, sonra da devleti yönetme alıştırmasını yapacağımız bir araç olmalı bence. Bazen bunu unutuyoruz, ama “biz olsak nasıl yönetiriz” düşüncesini atlamadan, yani parti içi ve devlette iktidar alternatifi oluşturacak şekilde de çalışmalı gençlik örgütleri.

Açıkçası sorduğun sorular çok haklı. Ben biraz şanslıyım, çünkü çalıştığım alan anayasa hukuku ve siyasetle çok ortak noktası olan bir alan. Tez konumu Fransa’da bir gençlik kurultayında gördüklerim üzerine belirlemiştim mesela. Terör saldırıları olmuştu, olağanüstü hal ilan edilmişti ve herkes olağanüstü halin ne getirdiğini tartışmaya başlamıştı. Ardından malum, Türkiye’de de olağanüstü hal ilan edildi ve haksızca karşılaştırmalar yapıldı. Partide de insan haklarından sorumluyum, bu yüzden ortak alanın boyutu gittikçe artar hale geldi, duruşmalarda ve siyasette gördüklerim işime de katkı sağladı. Yurt dışında yaptığım çalışmalar doğrudan işime katkı yapmasa da birçok ülkeyi daha kolay takip edebilmeme sebep oldu. Ama tabii ki hayatımın aşırı derecede yoğunlaşması, uykuyu seven biri olarak artık çok az uyumam ve kendime ayırdığım vakitlerden vazgeçmem bazen düşündürmüyor değil. Gitar çalıyordum ve artık kesinlikle vaktim yok. Kitap okumaya ve makale yazmaya, akademik takip ve üretime eskisi kadar vaktim olmuyor. Yine de siyasetin birçok kişinin düşündüğü ve bugüne kadar hep yaptığı gibi yapılması gerektiğini düşünmüyorum. İşle siyaset birlikte yapılabilir, boşa harcanan vakitlerimizi azaltabiliriz, erkeklerin adına “kulis” dedikleri faaliyetlerin birçoğu yalnız ve yalnızca kişiler üzerine birtakım haber taşımalar ve bunları en aza indirebiliriz, vaktimizi ve emeğimizi daha verimli kullanıp yaşam tarzımızı koruyabiliriz. Protokolü ve hiyerarşik kuralları azaltabiliriz. Hatta yaptığımız işi azaltıp üretimimizi artırmamız da mümkün. Ben bu görev boyunca böyle yapmaya çalıştım ve hala bir genç gibi yaşayabiliyorum, bazen fiziksel yorgunluk hariç hiçbir sorunum yok :) Üstelik siyasetin insanları tanıma ve toplulukla birlikte çalışma gibi konularda çok katkısı olduğunu düşünüyorum, işe yarıyor.

Çalıştıkları alan siyasetten uzak gibi görünenler için de aslında aynı şeyleri düşünüyorum. Bana göre hayatta her şey, her alan siyasetle etkileşim halinde. Her şey siyasetin konusu, yeter ki bütüncül bakabilelim ve siyasetin ihmal ettiği alanların siyasallığını görüp gösterebilelim.

Anıl: Pekala şuradan devam etmek istiyorum. Ya yurt dışı tecrübesi bulunanlar genelde dile getirir veya onların bu şekilde bir gözlemleri olması beklenir. X ülkesinde bu meseleler nasıl ilerlemiş neler konuşuluyor aslında, batılılardan öğrenecek ne çok şeyimiz var… Bu kalıplar ile başlayan çeşitli cümleler duyabiliyoruz. Ben aksine özellikle ana akım sol hareketlerin yaşadığı erimeyi gözlemlediğimde II. Dünya Savaşı sonrası uzlaşma ve refah toplumu ezberlerine takılı kalmaktan erime yasadıklarını görüyorum. Öte yanda Türkiye dahil dünyanın başka ülkelerinde yaşanan deneyimlerin ve bunlar üzerine kurulu olan mücadele örneklerinin yeni demokratik ve ilerici mücadele hattını çizebileceğine inanıyorum. Batı şimdilerde hiç görmediği anomalilerle karşılaşıyor siyaset sahnesinde ve dünya savaşları sonrası ortaya koydukları modelin dayalı olduğu tarihsel birikim aslında bu sefer Batı merkezcilik etrafında öğütlenen ve örgütlenen çevre ülke hareketlerinin elinin altında duruyor.

Sorum şu: Batı siyasetinin fırtına öncesi sessizliği yaşadığı dönemde önemli bir pozisyonda uluslararası siyasette yer aldın. Simdi fırtınanın içine girdiler diyebiliriz. Ve hala siyasetin içerisindesin. Önermeme katılır mısın? Trump dediğin adam aslında Erdoğan`ı taklit ediyor olabilir mi? Biz çevre ülkelerde yıllarca türlü baskıcı, hukuksuz ve anti-demokratik uygulamaya maruz kalan kitleler dünyaya yeni bir tarihsel yön için yol gösterici olabilir miyiz? Hala Batı siyasetinde yer alan gençlerden, örgütlerden öğreneceklerimiz senin gözlemlerine göre neler? Bizden geriye bu dünyaya miras ne kalacak ve kalmalı?

Gökçe: Benzer fikirdeyiz. Ben yurt dışındaki görevimde hep şuna dikkat ettim: “Orası zaten Türkiye” gibi bilinçsizce de olsa küçümseyen bir bakışı da, “Orda ne büyük bir mücadele veriyorsunuz, kahramansınız” gibi fazla yücelten bir bakışı da kabul etmiyorum. Bizler hayata ve siyasete benzer şekilde bakan eşit yol arkadaşları olabiliriz sadece ve Türkiye’deki sosyal demokratların Avrupa’dakilerden öğreneceği şeyler olduğu gibi tam tersi de aynı şekilde geçerli. Ben özellikle Türkiye’de AKP iktidarında kurumsallaşmanın nasıl adım adım ortadan kaldırıldığını, hukuk ve demokraside nasıl geriye gidilebildiğini ve tüm bu süreçlerin popülist ve “demokrat” desteğiyle meşrulaştırılabildiğini gördüğümüzü ve bu tehlikeleri yeterince erken fark edebildiğimizi düşünüyorum. Tüm baskılara rağmen Türkiye’de muhalefetin bu kadar güçlü kalabilmesi ve bunu da aynı anda riskler de alarak yapabilmesi kolay kolay her yerde rastlayacağımız bir şey değil. Farklılıklardan ortaklık çıkarabilmeyi başarabiliyoruz, ve ülkemizi çok sevdiğimiz için diğer yerlerde bu kadar da rastlanmayan bir şekilde çok büyük fedakarlıklardan da korkmuyoruz.

Bunların yanında bizim de gündemi hızlı tüketme ve verimsiz çalışma gibi problemlerimiz Avrupa’da daha az. İklim, sosyal haklar, siyasal sistem ve ekonomi gibi tartışma başlıkları günlük gündemden bağımsız olarak ele alınıyor orada. Bizde ise gündeme geldiği oranda önemliler. Sınıf anlayışı ve sosyal haklara dair bilinç Avrupa’daki parti üyelerinde bizden daha fazla. Çalışma metotları daha interaktif ve bizimki gibi kalabalık örgütleri olmadığı için “az kişi ne kadar çok iş üretebiliriz” mantığıyla çalışılıyor.

Aşırı sağcı liderlerin güçlenmesiyle demokratik kurumlarımızın aslında sandığımız kadar sağlam olmadığı ortaya çıktı ve elbette ki birbirinden nefret eder gibi görünen sağcılar ve ırkçılar, aslında varlıklarıyla birbirlerini hem güçlendiriyorlar, hem de birbirlerine ilham veriyorlar. Dolayısıyla Trump’ın Erdoğan’ı, Orban’ı örnek aldığını söylemek hiç de isabetsiz olmaz. Irkçı ve sağcı politikacıların birbirine bu kadar “faydalı” olduğu bir dönemde sosyal demokratların daha çok bir araya gelmesi ve karşılıklı paylaşımla eksiklerin kapatılması, olumlu tecrübelerin bir araya getirilerek siyaset üretilmesi bence çok önemli.

Anıl: Bence aktif siyasetin içerisinde yer almak insani bir süre sonra tekrara düşürüyor. Daha önce belirttiğim gibi çoğu figürün aksine senin politik söylemin güçlü kalabildi ve belirli ölçüde kendini yeniledi. Bunu başarabilmenin arkasında iyi bir gözlem yeteneği yatıyor olabilir veya yukarıda belirttin elinden geldiğince okumaya devam ediyorsun. Ecevit ve Baykal örnekleri böyleydi mesela. Buradan hareketle çok çeşitlenen sorunlarla karşı karşıya kalıyoruz ve çok hızlı tüketilen gündemde bir çok başlığı içeren sorunlara hızlı ve kapsayıcı cevaplar vermek gerekiyor. İklim mülteciliği diye bir şey tartışılıyor örneğin. 

Senin önümüzdeki dönemde dünya genelinde ve Türkiye özelinde ele alınması gerektiğini düşündüğün öncelikli sorunlara dair bir öngörün var mı? Senin dünyayı algılayış seklin bu soru özelinde nereye denk düşüyor? 

Gökçe: Bu yorum ve sorulara aslında uzun cevaplar verilebilir. Siyasette aktif olunca gerçekten de tekrara düşme riskiyle birlikte hayatın diğer alanlarından uzaklaşmaktan kaynaklı olarak sorunlardan da uzaklaşma tehlikesi oluyor. Bu yüzden siyasetçilerin siyaseti meslek olarak görmemelerini çok önemsiyorum. Önümüzdeki dönem bizi zorlayacak konular bence 1. siyaset yapma şekli ve siyasi sistem (hem Türkiye’de hem dünyada) ve 2. siyasetin baş etmeye çalıştığı iklim, göç, ekonomi gibi konular.

Siyasetin her soruna hızlı ve kapsayıcı cevaplar vermesinin gerekip gerekmediğinden de çok emin değilim aslında. Belki de siyaset ve siyasetçiler, uyulacak genel ilkeleri ortaya koymalı ve bazı konularda çözümü o konuyla ilgilenen kişilere, bazı konularda ise halkın kendisine bırakmalı. Kendi alanımdan örnek vereyim: bir siyasi partinin -ortada bir anayasa görüşmesi yoksa- tek başına oturup her ayrıntısıyla düzenlediği bir anayasa taslağının olması mantıklı gelmiyor. Ama şu konularda net olması lazım: hakimler ve savcıların disiplin işlemlerini yürüten kurulun yürütmeden bağımsız olması, hakimlerin atanmasında siyasiler etkili olacaksa bile uzlaşma gerektiren bir usulün belirlenmesi, erklerin birbirini etkin bir şekilde denetlemesi gibi ilkelerin belirlenmiş olması gerekiyor. Bu ilkelerden sapmayacak bir şekilde çalışıldığında gerisi daha teknik bir iş. Her şey, her koldan aşırı bir ayrıntılılıkla yürütüldüğünde insanın gözünde bütüncül bir sistemin canlanması zorlaştığı gibi birbirinden farklı siyasi görüşlerin ortaklaşması da güçleşiyor.

Bence çözülmesi gereken en önemli sorun sosyal adaletsizlik. Eğitim, sağlık, barınma ve temel bir yaşam standardı gibi haklar sağlanmadığında insanın siyasete katılma, ayrımcılığa uğramama, iyi bir iş sahibi olma, kendine ve sevdiklerine zaman ayırma gibi son derece insani ihtiyaçlara erişimi ortadan kalkıyor. Bu yüzden vergi adaleti, ücretsiz (ama gerçekten ücretsiz) eğitim ve sağlık ilk aşamada ele alınması gereken konulardan bazıları.

Bunlarla birlikte göçte insan hakları temelli bir yaklaşımın yanında devletlerin eşit sorumluluk alması konusunda ısrarcı olunması gerekiyor. Örneğin AB içinde Dublin anlaşmasının gözden geçirilerek tüm Avrupa devletlerinin sorumluluk alması ve Türkiye ile ilişkilerde göçmenlerin bir pazarlık malzemesi haline getirilmemesi gerekiyor. Avrupa’yı buna zorlayabilmek için de Türkiye’nin insan haklarını koruyan bir imaj oluşturması lazım.

İklim konusunda ise ekonomik sistemin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor. Doğanın korunabilmesi için alınabilecek önlemlerle nasıl istihdam da yaratabileceğimizi ve ekonomiyi nasıl güçlendireceğimizi daha fazla tartışmamız lazım. Önümüzdeki dönemde bizim bu konuda çalışmalarımız olacak. Çünkü dünya bunları tartışırken, benim memleketim de dahil olmak üzere Türkiye’nin birçok yerinde yalnızca çevre kirliliğinden kaynaklı olarak artan kanser hastalıklarını kader gibi göremeyiz, insanı doğadan üstün, doğanın sahibi ve gelecek kuşakların yaşamının yok edicisi olarak göremeyiz.

Siyasi sistemi de yeniden gözden geçirmeliyiz. Herkesin her sorunu çözmeye çalıştığı, herkesin yalnızca genel siyaset konuştuğu bir düzenden çok yerelden yola çıkarak geneli etkileyen, geneli belirleyen bir düzene ihtiyacımız var. Nasıl ki parti yönetimini örgütün belirlemesi gerektiğini düşünüyorsak, aynı şekilde parti politikalarını da  örgütün yerelden topladığı veriler ve görüşleri doğrultusunda belirlemek zorundayız. Bunu bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nde yapıyoruz, ama daha fazlasına ihtiyacımız var. Aynı şekilde siyaset yapanlar arasında her zaman dile getirdiğim gibi gençlerin, kadınların ve dışlanan tüm kesimlerin sayısının da artması gerekiyor. Bunun için dışlayıcı tüm engelleri tespit edip ortadan kaldırmak için daha fazla önlem almak zorundayız. Bunlar kotalarla sınırlı değil, temsil hakkını elde etmiş gençlerin ve kadınların eşit söz hakkının bulunduğu ve otosansürün de olmadığı bir ortamın kurulmasından bahsediyorum.

Anıl: Son olarak kurultay yaklaşıyor. Yeniden görevlendirmeler olacak. Senin geriye dönüp baktığın zaman kendine dair söylemek istediğin ne olurdu? Bu söylediklerin gelecekteki siyasal mücadelene, bakış açına ne taşırdı?

Gökçe: Gençlik örgütünde dış ilişkileri yürütürken de, Bakırköy gençlik örgütünde yöneticilik yaparken de şu düşünce ön plandaydı benim için: bir yere gelmek için değil, kimse duymasa bile o işi iyi yap ve dönüp baktığında gece rahat uyu, aynı fikirde olmadığın insanlar da senin ne yapıp ne yapmayacağını öngörebilsin, adaletli davran. Genel başkan yardımcılığında da bir yandan bu düşünceyi kaybetmeden, bir yandan da bana gelene kadar gençlerin temsili için emek vermiş, mücadele etmiş insanları utandırmayacak şeyler yapmaya çalıştım.

Göreve ilk geldiğimde şunları söylemiştim: 1. İnsan haklarında geri planda bırakılan sosyal ve ekonomik haklar vurgusunu güçlendireceğiz. 2. İnsan hakları mücadelemizi bireysel değil, örgütlü bir şekilde sürdüreceğiz. Benden önce bu görevi yapan yöneticilerimizle konuşarak çalışmaya başladım. Kendi kendime şunu da söylüyordum: sivil toplum örgütlerinin kullandığı ve Avrupa’daki çalışmalarımda gördüğüm yöntemleri de partide uygulamaya başlayacağım.

Kimlik siyasetini doğru bulmadığım gibi insan haklarının yalnızca liberal anlamda düşünülmesine de karşıyım. Bu yüzden 2018 yılında Genel Başkanımızın da katıldığı bir çalıştay yaptık. Bu çalıştayda eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve konut gibi hakların insan hakkı olduğu vurgusunu yaparken kadınların, engellilerin, LGBTİ+ların, işçilerin uğradıkları ayrımcılıkları ekonomik boyutlarıyla ele almayı tercih ettik. Çünkü diğer türlü eksik kalıyor. Daha sonraki çalışmalarda da hep aynı vurguyla devam ettik. Bu konuda ve gençlerle kadınların temsili konularında birçok panel ve çalışma yaptık. Geçen günlerde saydığımda olağan toplantılar ve ziyaretler dışında konuştuğum panel sayısı 25’ten fazlaydı. Bütün bunların yanında seçim çalışmaları yaptık. SKM’de mazbata alana kadar uyumadan geçirdiğimiz dönemi ve İBB balkonunda o kalabalığı gördüğümde ağladığım anları hayatım boyunca unutmayacağım.

İşin sosyal medyaya veya medyaya yansımayan önemli bir boyutu da vardı: yurttaşlardan gelen başvuru ve şikayetler üzerine Türkiye’nin birçok ilindeki örgütümüzle birlikte çalıştık. Özellikle çocuklarla ilgili konularda konunun hassasiyeti gereği birçok bilgiyi paylaşmadık, ama yalnızca bizim, örgütümüzün ve baroların takibi sonucunda skandal mahkeme kararlarının değişebildiğini görmüş olmak beni hala duygulandırıyor ve “işte bunun için siyaset yapıyorum” diyebiliyorum.
Tüm bunların yanında özellikle önemsediğim bir konu daha vardı: Türkiye’de LGBTİ+ların insan hakları bana göre çok geri planda kalıyor, siyasetçilerin de önemli bir kısmı bu konuyu görmezden geliyor. Oysa yaşam hakkı herkes içindir diyorsak, çalışma hakkını savunuyoruz diyorsak, toplumda herkesin eşit ve saygın bireyler olması gerektiğini düşünüyorsak bu konunun önemli bir kısmı tartışma dışı olmalı. Bu yüzden ODTÜ’de yaşananlara, Onur Yürüyüşü ve etkinlik yasaklarına dikkat çekmek istedim.

Bir de medyanın tekdüzeleştiği ve yalnızca gündemin konuşulduğu bir ortamda bazı konularda genel fikirlerimi ifade etmek ve biraz da rahatça konuşabilmek için videolar ve ses kayıtları kaydetmeye başladım. Siyasetçilerin bazen de canı istediği şekilde, kendi olduğu şekilde iletişim kurması lazım bence. Bunun için YouTube ve Spotify podcasts’i kullanıyorum. Önümüzdeki dönemde de vakit buldukça aynı şekilde devam edeceğim.
Sonuç olarak yeni bir yaşam düzenine alıştığım, anneannemi ve dedemi kaybettiğim, hayatın gerçekleriyle daha fazla karşılaştığım, çok daha az uyuduğum ve inanılmaz fazla şey öğrendiğim, ilk kez partimin seçimlerde bu kadar büyük bir başarı elde ettiğini gördüğüm ve bu sürecin bir parçası olmaktan mutluluk duyduğum bir dönemdi. İnandığım şeyler ise hiç değişmedi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Need for a rapid change before the arrival of ecological crisis is still valid

CHP'nin İçindeki Canavar

Erzurum'da Güzelyurt'un Ruşen abisi...