Nehir Söyleşi Denemesi: CHP İnsan Haklarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen
Blogda daha önce farklı uzmanlık alanları bulunan dostlarımı misafir
etmiştim. Onlarla geliştirdiğimiz bir söyleşi formatı üzerinden çeşitli
konuları irdeledik. Bir süredir yapabildiğim kadarıyla yakın takibe aldığım
genç siyasi figürlerden birisi olan CHP Genel Başkan Yardımcısı Gökçe Gökçen
ile bir deneme yapacağız.
CHP Gençlik Kolları ile haşır neşir olmuş olan bir çok genç birey zaman
içerisinde kendisini bir fantazya içerisinde bulur ve ülkeye, partiye yön
verirken çeşitli sahneler içerisinde düşler kendini. Kimimiz şartlara bağlı
olarak kimimiz siyasetin doğasından ötürü çeşitli hayallerimizi gerçekleştirdik
veya gerçekleştiremedik ancak Gökçe sanıyorum 1996 itibariyle alırsak eğer 1980
sonrası CHP’de kimsenin başaramadığını başardı. Gençlik Kolları kademelerinden
sonra pek ara vermeden, parti tüzüğünde belirlenen genç olma yaşını geçmeden
ana kademe MYK üyeliğine geldi.
Gökçe ile bu çalışmayı yapma isteğim elbette onun sadece yaş kriterleri
içerisinde gösterdiği başarısı değil. Tanıdığımız, bildiğimiz çokça genç
partili Parti Meclisi Üyesi seçildikten sonra ellerine geçen çeşitli örgütsel
veya medyatik fırsatlara rağmen Gökçe kadar esaslı ve doğrusal bir siyasi
söylem yaratamadı. Bugün Gökçe'nin MYK Üyeliği boyunca yaptığı çalışmaları
incelerseniz fark yaratabildiğini göreceksiniz. Bu anlamda hepimizi hem
kıskandırmayı hem de kendini ön yargısız şekilde kabullendirmeyi başardı. Bu
onun çabasıydı. Sıradan bir parti temsilcisi olmadı.
Burada ufak bir röntgen çekmek gerekiyor: İnceleyenler bilirler Baykal -
Önder Sav yönetimleri dönem dönem gençleri ana kademe yönetimlerine taşımış
ancak en sansasyonel ve görünür temsiliyetler Kemal Kılıçdaroğlu döneminde
olmuştur. Öyle ki, Gençlik Kolları MYK ve Parti Meclisi temsiliyetlerine
medyatik, apolitik veya parti mekanizmalarını hiç bilmeyen isimler getirildi.
Bunun tam tersi durumlar da çokça yaşandı ancak parti kültürü içerisinden gelen
çok az arkadaşımız ulusal siyasette kalıcı olabildi.
Gökçe ile kısmen halef - selef ilişkisine de sahibiz. Kendisi
hatırlamayabilir ama Gençlik Kolları Genel Merkezi Uluslararası İlişkiler
Sekreteryası kurucusu olduğum dönemden sonra Gökçe biz görevden
uzaklaştırıldıktan bir süre sonra sekretaryanın önemli bir temsilcisi oldu ve
yine bir ilki gerçekleştirdi. Avrupa'da yer alan ana akım sol gençlik
örgütlerinin yer aldığı organizasyonun başkan yardımcılığı görevini üstlendi.
Kendisi aynı zamanda akademik bir titre sahip. Buradan devam edelim.
Anıl: Gökçe elbette seninle
bu çalışmayı gerçekleştirmeme izin verdiğin çok teşekkür ediyorum. Bence önemli
bir not düşüyoruz CHP tarihine. 1980 sonrası CHP tarihinde 30 yaş altı ilk
Genel Başkan Yardımcısı sensin yanılmıyorsam. İstanpol’daki, İVME Hareketi,
Yeni Arayış’taki arkadaşların yine Murat Kubilay'ın yaptığı çalışmalardan
hareketle bir şey sormak istiyorum. Sorum gelecek kaygısı üzerine olacak.
Sonuçta gençlik kolları heyecanı 30lara yaklaştıkça tükeniyor. Özellikle aile,
toplum, üniversite ortamından soyutlandıkça biraz kendi başımızın çaresine
bakma telaşının yüzümüze yirmi beş yaşlarımızdan sonra birden bire sert bir
şekilde vurulmasıyla bütün vaktimizi harcadığımız gençlik kolları mecrasının
aslında sürdürülebilir olmadığını anlıyoruz. Bilmem katılır mısın? Genç
işsizlik olgusunun, genç istihdamının hiper sömürü, eş-dost kapitalizminin çok
vahşi bir versiyonuna terk edildiği bir ortamda bütün bu emeğinin karşılığında
harcadığın bütün bu zamanın bir an olsun kendi geleceğinden çaldığın bir zaman
olduğunu düşünmüyor musun? Yani sonuçta akademik olarak veya avukat olarak
mesleğini icra etmek için geri dönecek olursan piyasaya yaşıtlarından,
çağdaşlarından geri kalmış olduğun telaşı kaplamıyor mu zihnini? Tamam elbette
siyasetle uğraşarak, toplumsal mücadelenle bireysel kurtuluşuna da katkı
sağlamış oluyorsun ama neo-liberal sistemin bir de öteki yüzü var sen de
biliyorsun. Eninde sonunda Linkedin sayfamıza ihtiyacımız olabiliyor.
Gökçe: Öncelikle ben de
blog’una davet ve yukarıdaki açıklamalardaki övgüler için teşekkür ederim :)
Soruya gelmeden önce kısa bir itirazım var: benim ve arkadaşlarımızın Parti
Meclisi’nde bulunması, MYK’ya girmem ve ana kademelerdeki yaş ortalamalarındaki
düşüşün tümü aslında bugüne kadar olan birikimin eseri. Evet, bazı
arkadaşlarımız siyaseti bıraktı ama çok değerli emekleri sonucunda izler
bırakarak gittiler gidenler de.
Gençlik kolları tabii ki sürdürülebilir değil, hatta bana kalırsa bu hayat
kaygısının ön plana geçtiği yaşlarda gençlik kollarından çok ana kademelerde
görev almakta fayda var. Gençlik kollarının gençlere, eğitim derdi olan, hayat
ve politik sisteme alışmamış ve sorunları normal karşılamayan; yöneticilere,
sisteme ve siyasi düzene isyan eden gençlere bırakılması gerektiğini
düşünüyorum. Diğer yandan da zaten gençlik örgütü çalışmaları başlı başına bir
amaç değil, önce partiyi, sonra da devleti yönetme alıştırmasını yapacağımız
bir araç olmalı bence. Bazen bunu unutuyoruz, ama “biz olsak nasıl yönetiriz”
düşüncesini atlamadan, yani parti içi ve devlette iktidar alternatifi
oluşturacak şekilde de çalışmalı gençlik örgütleri.
Açıkçası sorduğun sorular çok haklı. Ben biraz şanslıyım, çünkü çalıştığım
alan anayasa hukuku ve siyasetle çok ortak noktası olan bir alan. Tez konumu
Fransa’da bir gençlik kurultayında gördüklerim üzerine belirlemiştim mesela.
Terör saldırıları olmuştu, olağanüstü hal ilan edilmişti ve herkes olağanüstü
halin ne getirdiğini tartışmaya başlamıştı. Ardından malum, Türkiye’de de
olağanüstü hal ilan edildi ve haksızca karşılaştırmalar yapıldı. Partide de
insan haklarından sorumluyum, bu yüzden ortak alanın boyutu gittikçe artar hale
geldi, duruşmalarda ve siyasette gördüklerim işime de katkı sağladı. Yurt
dışında yaptığım çalışmalar doğrudan işime katkı yapmasa da birçok ülkeyi daha
kolay takip edebilmeme sebep oldu. Ama tabii ki hayatımın aşırı derecede
yoğunlaşması, uykuyu seven biri olarak artık çok az uyumam ve kendime ayırdığım
vakitlerden vazgeçmem bazen düşündürmüyor değil. Gitar çalıyordum ve artık
kesinlikle vaktim yok. Kitap okumaya ve makale yazmaya, akademik takip ve
üretime eskisi kadar vaktim olmuyor. Yine de siyasetin birçok kişinin düşündüğü
ve bugüne kadar hep yaptığı gibi yapılması gerektiğini düşünmüyorum. İşle
siyaset birlikte yapılabilir, boşa harcanan vakitlerimizi azaltabiliriz,
erkeklerin adına “kulis” dedikleri faaliyetlerin birçoğu yalnız ve yalnızca
kişiler üzerine birtakım haber taşımalar ve bunları en aza indirebiliriz,
vaktimizi ve emeğimizi daha verimli kullanıp yaşam tarzımızı koruyabiliriz.
Protokolü ve hiyerarşik kuralları azaltabiliriz. Hatta yaptığımız işi azaltıp
üretimimizi artırmamız da mümkün. Ben bu görev boyunca böyle yapmaya çalıştım
ve hala bir genç gibi yaşayabiliyorum, bazen fiziksel yorgunluk hariç hiçbir
sorunum yok :) Üstelik siyasetin insanları tanıma ve toplulukla birlikte
çalışma gibi konularda çok katkısı olduğunu düşünüyorum, işe yarıyor.
Çalıştıkları alan siyasetten uzak gibi görünenler için de aslında aynı
şeyleri düşünüyorum. Bana göre hayatta her şey, her alan siyasetle etkileşim
halinde. Her şey siyasetin konusu, yeter ki bütüncül bakabilelim ve siyasetin
ihmal ettiği alanların siyasallığını görüp gösterebilelim.
Anıl: Pekala şuradan devam etmek istiyorum. Ya yurt dışı tecrübesi
bulunanlar genelde dile getirir veya onların bu şekilde bir gözlemleri olması
beklenir. X ülkesinde bu meseleler nasıl ilerlemiş neler konuşuluyor aslında,
batılılardan öğrenecek ne çok şeyimiz var… Bu kalıplar ile başlayan çeşitli
cümleler duyabiliyoruz. Ben aksine özellikle ana akım sol hareketlerin yaşadığı
erimeyi gözlemlediğimde II. Dünya Savaşı sonrası uzlaşma ve refah toplumu
ezberlerine takılı kalmaktan erime yasadıklarını görüyorum. Öte yanda Türkiye
dahil dünyanın başka ülkelerinde yaşanan deneyimlerin ve bunlar üzerine kurulu
olan mücadele örneklerinin yeni demokratik ve ilerici mücadele hattını
çizebileceğine inanıyorum. Batı şimdilerde hiç görmediği anomalilerle
karşılaşıyor siyaset sahnesinde ve dünya savaşları sonrası ortaya koydukları
modelin dayalı olduğu tarihsel birikim aslında bu sefer Batı merkezcilik
etrafında öğütlenen ve örgütlenen çevre ülke hareketlerinin elinin altında
duruyor.
Sorum şu: Batı siyasetinin fırtına öncesi sessizliği yaşadığı dönemde
önemli bir pozisyonda uluslararası siyasette yer aldın. Simdi fırtınanın içine
girdiler diyebiliriz. Ve hala siyasetin içerisindesin. Önermeme katılır mısın?
Trump dediğin adam aslında Erdoğan`ı taklit ediyor olabilir mi? Biz çevre
ülkelerde yıllarca türlü baskıcı, hukuksuz ve anti-demokratik uygulamaya maruz
kalan kitleler dünyaya yeni bir tarihsel yön için yol gösterici olabilir miyiz?
Hala Batı siyasetinde yer alan gençlerden, örgütlerden öğreneceklerimiz senin
gözlemlerine göre neler? Bizden geriye bu dünyaya miras ne kalacak ve kalmalı?
Gökçe: Benzer fikirdeyiz. Ben yurt dışındaki görevimde hep şuna dikkat
ettim: “Orası zaten Türkiye” gibi bilinçsizce de olsa küçümseyen bir bakışı da,
“Orda ne büyük bir mücadele veriyorsunuz, kahramansınız” gibi fazla yücelten
bir bakışı da kabul etmiyorum. Bizler hayata ve siyasete benzer şekilde bakan
eşit yol arkadaşları olabiliriz sadece ve Türkiye’deki sosyal demokratların
Avrupa’dakilerden öğreneceği şeyler olduğu gibi tam tersi de aynı şekilde
geçerli. Ben özellikle Türkiye’de AKP iktidarında kurumsallaşmanın nasıl adım
adım ortadan kaldırıldığını, hukuk ve demokraside nasıl geriye gidilebildiğini
ve tüm bu süreçlerin popülist ve “demokrat” desteğiyle meşrulaştırılabildiğini
gördüğümüzü ve bu tehlikeleri yeterince erken fark edebildiğimizi düşünüyorum.
Tüm baskılara rağmen Türkiye’de muhalefetin bu kadar güçlü kalabilmesi ve bunu
da aynı anda riskler de alarak yapabilmesi kolay kolay her yerde rastlayacağımız
bir şey değil. Farklılıklardan ortaklık çıkarabilmeyi başarabiliyoruz, ve
ülkemizi çok sevdiğimiz için diğer yerlerde bu kadar da rastlanmayan bir
şekilde çok büyük fedakarlıklardan da korkmuyoruz.
Bunların yanında bizim de gündemi hızlı tüketme ve verimsiz çalışma gibi
problemlerimiz Avrupa’da daha az. İklim, sosyal haklar, siyasal sistem ve
ekonomi gibi tartışma başlıkları günlük gündemden bağımsız olarak ele alınıyor
orada. Bizde ise gündeme geldiği oranda önemliler. Sınıf anlayışı ve sosyal haklara
dair bilinç Avrupa’daki parti üyelerinde bizden daha fazla. Çalışma metotları
daha interaktif ve bizimki gibi kalabalık örgütleri olmadığı için “az kişi ne
kadar çok iş üretebiliriz” mantığıyla çalışılıyor.
Aşırı sağcı liderlerin güçlenmesiyle demokratik kurumlarımızın aslında
sandığımız kadar sağlam olmadığı ortaya çıktı ve elbette ki birbirinden nefret
eder gibi görünen sağcılar ve ırkçılar, aslında varlıklarıyla birbirlerini hem
güçlendiriyorlar, hem de birbirlerine ilham veriyorlar. Dolayısıyla Trump’ın
Erdoğan’ı, Orban’ı örnek aldığını söylemek hiç de isabetsiz olmaz. Irkçı ve
sağcı politikacıların birbirine bu kadar “faydalı” olduğu bir dönemde sosyal
demokratların daha çok bir araya gelmesi ve karşılıklı paylaşımla eksiklerin
kapatılması, olumlu tecrübelerin bir araya getirilerek siyaset üretilmesi bence
çok önemli.
Anıl: Bence aktif siyasetin içerisinde yer almak insani bir süre sonra
tekrara düşürüyor. Daha önce belirttiğim gibi çoğu figürün aksine senin politik
söylemin güçlü kalabildi ve belirli ölçüde kendini yeniledi. Bunu
başarabilmenin arkasında iyi bir gözlem yeteneği yatıyor olabilir veya yukarıda
belirttin elinden geldiğince okumaya devam ediyorsun. Ecevit ve Baykal
örnekleri böyleydi mesela. Buradan hareketle çok çeşitlenen sorunlarla karşı
karşıya kalıyoruz ve çok hızlı tüketilen gündemde bir çok başlığı içeren
sorunlara hızlı ve kapsayıcı cevaplar vermek gerekiyor. İklim mülteciliği diye
bir şey tartışılıyor örneğin.
Senin önümüzdeki dönemde dünya genelinde ve Türkiye özelinde ele alınması
gerektiğini düşündüğün öncelikli sorunlara dair bir öngörün var mı? Senin
dünyayı algılayış seklin bu soru özelinde nereye denk düşüyor?
Gökçe: Bu yorum ve sorulara aslında uzun cevaplar verilebilir. Siyasette
aktif olunca gerçekten de tekrara düşme riskiyle birlikte hayatın diğer
alanlarından uzaklaşmaktan kaynaklı olarak sorunlardan da uzaklaşma tehlikesi
oluyor. Bu yüzden siyasetçilerin siyaseti meslek olarak görmemelerini çok
önemsiyorum. Önümüzdeki dönem bizi zorlayacak konular bence 1. siyaset yapma
şekli ve siyasi sistem (hem Türkiye’de hem dünyada) ve 2. siyasetin baş etmeye
çalıştığı iklim, göç, ekonomi gibi konular.
Siyasetin her soruna hızlı ve kapsayıcı cevaplar vermesinin gerekip
gerekmediğinden de çok emin değilim aslında. Belki de siyaset ve siyasetçiler,
uyulacak genel ilkeleri ortaya koymalı ve bazı konularda çözümü o konuyla
ilgilenen kişilere, bazı konularda ise halkın kendisine bırakmalı. Kendi
alanımdan örnek vereyim: bir siyasi partinin -ortada bir anayasa görüşmesi yoksa-
tek başına oturup her ayrıntısıyla düzenlediği bir anayasa taslağının olması
mantıklı gelmiyor. Ama şu konularda net olması lazım: hakimler ve savcıların
disiplin işlemlerini yürüten kurulun yürütmeden bağımsız olması, hakimlerin
atanmasında siyasiler etkili olacaksa bile uzlaşma gerektiren bir usulün
belirlenmesi, erklerin birbirini etkin bir şekilde denetlemesi gibi ilkelerin
belirlenmiş olması gerekiyor. Bu ilkelerden sapmayacak bir şekilde
çalışıldığında gerisi daha teknik bir iş. Her şey, her koldan aşırı bir
ayrıntılılıkla yürütüldüğünde insanın gözünde bütüncül bir sistemin canlanması
zorlaştığı gibi birbirinden farklı siyasi görüşlerin ortaklaşması da
güçleşiyor.
Bence çözülmesi gereken en önemli sorun sosyal adaletsizlik. Eğitim,
sağlık, barınma ve temel bir yaşam standardı gibi haklar sağlanmadığında
insanın siyasete katılma, ayrımcılığa uğramama, iyi bir iş sahibi olma, kendine
ve sevdiklerine zaman ayırma gibi son derece insani ihtiyaçlara erişimi ortadan
kalkıyor. Bu yüzden vergi adaleti, ücretsiz (ama gerçekten ücretsiz) eğitim ve
sağlık ilk aşamada ele alınması gereken konulardan bazıları.
Bunlarla birlikte göçte insan hakları temelli bir yaklaşımın yanında
devletlerin eşit sorumluluk alması konusunda ısrarcı olunması gerekiyor.
Örneğin AB içinde Dublin anlaşmasının gözden geçirilerek tüm Avrupa
devletlerinin sorumluluk alması ve Türkiye ile ilişkilerde göçmenlerin bir
pazarlık malzemesi haline getirilmemesi gerekiyor. Avrupa’yı buna zorlayabilmek
için de Türkiye’nin insan haklarını koruyan bir imaj oluşturması lazım.
İklim konusunda ise ekonomik sistemin yeniden gözden geçirilmesi gerekiyor.
Doğanın korunabilmesi için alınabilecek önlemlerle nasıl istihdam da
yaratabileceğimizi ve ekonomiyi nasıl güçlendireceğimizi daha fazla tartışmamız
lazım. Önümüzdeki dönemde bizim bu konuda çalışmalarımız olacak. Çünkü dünya
bunları tartışırken, benim memleketim de dahil olmak üzere Türkiye’nin birçok
yerinde yalnızca çevre kirliliğinden kaynaklı olarak artan kanser
hastalıklarını kader gibi göremeyiz, insanı doğadan üstün, doğanın sahibi ve
gelecek kuşakların yaşamının yok edicisi olarak göremeyiz.
Siyasi sistemi de yeniden gözden geçirmeliyiz. Herkesin her sorunu çözmeye
çalıştığı, herkesin yalnızca genel siyaset konuştuğu bir düzenden çok yerelden
yola çıkarak geneli etkileyen, geneli belirleyen bir düzene ihtiyacımız var.
Nasıl ki parti yönetimini örgütün belirlemesi gerektiğini düşünüyorsak, aynı
şekilde parti politikalarını da örgütün yerelden topladığı veriler ve
görüşleri doğrultusunda belirlemek zorundayız. Bunu bugün Cumhuriyet Halk
Partisi’nde yapıyoruz, ama daha fazlasına ihtiyacımız var. Aynı şekilde siyaset
yapanlar arasında her zaman dile getirdiğim gibi gençlerin, kadınların ve
dışlanan tüm kesimlerin sayısının da artması gerekiyor. Bunun için dışlayıcı
tüm engelleri tespit edip ortadan kaldırmak için daha fazla önlem almak
zorundayız. Bunlar kotalarla sınırlı değil, temsil hakkını elde etmiş gençlerin
ve kadınların eşit söz hakkının bulunduğu ve otosansürün de olmadığı bir
ortamın kurulmasından bahsediyorum.
Anıl: Son olarak kurultay yaklaşıyor. Yeniden görevlendirmeler olacak.
Senin geriye dönüp baktığın zaman kendine dair söylemek istediğin ne olurdu? Bu
söylediklerin gelecekteki siyasal mücadelene, bakış açına ne taşırdı?
Gökçe: Gençlik örgütünde dış ilişkileri yürütürken de, Bakırköy gençlik
örgütünde yöneticilik yaparken de şu düşünce ön plandaydı benim için: bir yere
gelmek için değil, kimse duymasa bile o işi iyi yap ve dönüp baktığında gece
rahat uyu, aynı fikirde olmadığın insanlar da senin ne yapıp ne yapmayacağını
öngörebilsin, adaletli davran. Genel başkan yardımcılığında da bir yandan bu
düşünceyi kaybetmeden, bir yandan da bana gelene kadar gençlerin temsili için
emek vermiş, mücadele etmiş insanları utandırmayacak şeyler yapmaya çalıştım.
Göreve ilk geldiğimde şunları söylemiştim: 1. İnsan haklarında geri planda
bırakılan sosyal ve ekonomik haklar vurgusunu güçlendireceğiz. 2. İnsan hakları
mücadelemizi bireysel değil, örgütlü bir şekilde sürdüreceğiz. Benden önce bu
görevi yapan yöneticilerimizle konuşarak çalışmaya başladım. Kendi kendime şunu
da söylüyordum: sivil toplum örgütlerinin kullandığı ve Avrupa’daki
çalışmalarımda gördüğüm yöntemleri de partide uygulamaya başlayacağım.
Kimlik siyasetini doğru bulmadığım gibi insan haklarının yalnızca liberal
anlamda düşünülmesine de karşıyım. Bu yüzden 2018 yılında Genel Başkanımızın da
katıldığı bir çalıştay yaptık. Bu çalıştayda eğitim, sağlık, sosyal güvenlik ve
konut gibi hakların insan hakkı olduğu vurgusunu yaparken kadınların,
engellilerin, LGBTİ+ların, işçilerin uğradıkları ayrımcılıkları ekonomik
boyutlarıyla ele almayı tercih ettik. Çünkü diğer türlü eksik kalıyor. Daha
sonraki çalışmalarda da hep aynı vurguyla devam ettik. Bu konuda ve gençlerle
kadınların temsili konularında birçok panel ve çalışma yaptık. Geçen günlerde
saydığımda olağan toplantılar ve ziyaretler dışında konuştuğum panel sayısı
25’ten fazlaydı. Bütün bunların yanında seçim çalışmaları yaptık. SKM’de
mazbata alana kadar uyumadan geçirdiğimiz dönemi ve İBB balkonunda o kalabalığı
gördüğümde ağladığım anları hayatım boyunca unutmayacağım.
İşin sosyal medyaya veya medyaya yansımayan önemli bir boyutu da vardı:
yurttaşlardan gelen başvuru ve şikayetler üzerine Türkiye’nin birçok ilindeki
örgütümüzle birlikte çalıştık. Özellikle çocuklarla ilgili konularda konunun
hassasiyeti gereği birçok bilgiyi paylaşmadık, ama yalnızca bizim, örgütümüzün
ve baroların takibi sonucunda skandal mahkeme kararlarının değişebildiğini
görmüş olmak beni hala duygulandırıyor ve “işte bunun için siyaset yapıyorum”
diyebiliyorum.
Tüm bunların yanında özellikle önemsediğim bir konu daha vardı: Türkiye’de
LGBTİ+ların insan hakları bana göre çok geri planda kalıyor, siyasetçilerin de
önemli bir kısmı bu konuyu görmezden geliyor. Oysa yaşam hakkı herkes içindir
diyorsak, çalışma hakkını savunuyoruz diyorsak, toplumda herkesin eşit ve
saygın bireyler olması gerektiğini düşünüyorsak bu konunun önemli bir kısmı
tartışma dışı olmalı. Bu yüzden ODTÜ’de yaşananlara, Onur Yürüyüşü ve etkinlik
yasaklarına dikkat çekmek istedim.
Bir de medyanın tekdüzeleştiği ve yalnızca gündemin konuşulduğu bir ortamda
bazı konularda genel fikirlerimi ifade etmek ve biraz da rahatça konuşabilmek
için videolar ve ses kayıtları kaydetmeye başladım. Siyasetçilerin bazen de
canı istediği şekilde, kendi olduğu şekilde iletişim kurması lazım bence. Bunun
için YouTube ve Spotify podcasts’i kullanıyorum. Önümüzdeki dönemde de vakit
buldukça aynı şekilde devam edeceğim.
Sonuç olarak yeni bir yaşam düzenine alıştığım, anneannemi ve dedemi
kaybettiğim, hayatın gerçekleriyle daha fazla karşılaştığım, çok daha az
uyuduğum ve inanılmaz fazla şey öğrendiğim, ilk kez partimin seçimlerde bu
kadar büyük bir başarı elde ettiğini gördüğüm ve bu sürecin bir parçası
olmaktan mutluluk duyduğum bir dönemdi. İnandığım şeyler ise hiç değişmedi.
Yorumlar
Yorum Gönder